Paylaş
İstanbul’da, Barbaros Bulvarı’na bakan bir apartmanda oturuyorduk. İlkokulum iki yüz metre ilerideydi.
Okula yürüyerek giden 7 yaşında bir çocuğa ne öğütlenir?
“Evladım yabancı biri ‘şeker vereyim’ derse alma, ‘babanın arkadaşıyım benimle gel’ filan derse gitme...” Ki zaten bunu yapmayacak kadar uyanıktık, ilk televizyon çocuklarıydık biz!
“Evladım sokak satıcılarından pis şeyler alıp yeme...” Ne pis, iğrenç şeyler alıp yiyorduk! Turşu suyundan hünnapa, kâğıt helvadan leblebi tozuna, geniş bir yelpazede!
“Evladım karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa sonra tekrar sola bak, koşmadan yürü...” Harfiyen, adeta teatral hareketlerle uyardım bu kurala. Meğer üst kat komşularımız, önce göz kulak olmak için sabahları okula gidişimi seyrederlerken, sonra bu ‘Doğru Ahmet’ tarzında eğitim videosu stili performansıma müptela olup, mizahi açıdan seyircim haline gelmişler!
ÇOK TRAJİK BİR ÖĞÜT
Ancak 70’lerin sonunda, her sabah, hepsinden daha hayati ve çok trajik bir öğüt daha verilirdi biz çocuklara:
“Evladım, sokakta sana sağcı mısın solcu musun diye soran olursa, aman hiç cevap verme, ben bilmiyorum öyle şeyleri de, yürü git!”
Zira o yıllarda sokakta çok soruluyordu bu soru ve bazen, cevap yanlışsa beyninize bir kurşun yiyordunuz. Üniversitede okuyan abim ve ablam her gün, çatışmaların arasında kalıp şans eseri, bir arkadaşları koruduğu için, bir öğretmen sınıfın kapısını kilitleyerek koruduğu için, Allah koruduğu için filan eve canlı dönebiliyorlardı.
Öyle her istediğiniz kıyafeti giyip çıkamıyordunuz. Parka giyiyorsan şunlardansın, yeşil giyiyorsan bunlardan, kırmızı giyiyorsan onlardan, filan giyiyorsan bizden, feşmekân giyiyorsan diğer taraftan... Bıyık şeklinden, sakal şeklinden, fuların deseninden, ayakkabının modelinden, hemen yaftalanıyordu insanlar. O günlerde, hayatta kalmak isteyenler için nötr renkler revaçtaydı!
BUGÜN DE ÖLMEDİK!
Yanlarında yanlışlıkla vurulan arkadaşları, kulaklarının kenarından vızıldayarak geçen mermiler haftalık sıklığa ulaşınca, ablamlar artık okula gitmemeye başladılar.
Otobüs yakmak, vatandaşı copla sopayla dövmek gibi rezillikler o zaman da vardı ama diğer faciaların yanında lafı bile olmuyordu bunların.
O yıllarda ‘eylemci gençlerin bir kısmı’ pankart açmak ve duvarlara espri yazmaktan ziyade, maalesef insanlara çatır çatır kurşun sıkıyor, bazen ‘tarıyorlardı’ hatta.
O yıllarda ‘polisin bir kısmı’ gaz sıkmak ve su sıkmaktan ziyade, maalesef insanlara çatır çatır kurşun sıkıyor, bazen ‘tarıyorlardı’ hatta.
Bir kâbusun içinde yaşıyorduk. 1 Mayıs günleri evin salonunda oturmazdık, caddedeki yürüyüş sırasında sıkılan mermilere kazara hedef olmayalım diye.
Darbe olunca, darbe anayasasına millet niye yüzde 92 oranında ‘evet’ dedi diye merak eden olursa, bayıldığından değil, aha bundan dedi.
Haa, darbeden sonra kâbusun ikinci perdesi başladı. Sabah ben okula giderken camdan göz kulak olan o komşular var ya, onların pırıl pırıl çocuklarının işkenceden aklını yitirdiğini gördük.
70’li yıllardı. Soğuk savaş vardı. Dünya başkaydı. Ülke bambaşkaydı.
Çok yol alındı. 2013’e gelinmiş, o kadar yılda demokrasinin bir arpa boyu yol gitmemiş olması zaten mümkün değil. Onca zamanda, insanlığın bilincinin aynı yerde kalmış olması da imkânsız...
Hayat hep ileri gider. Şiddet, kimden gelirse gelsin, bir gün gelip utanılan “Tabii artık günümüzün medeni dünyasında bunlar olmuyor” diye hatırlanan berbat bir şeydir! Herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir meseleyi çözdüğü görülmemiştir!
Fikirlerini söyleyenler, daha çok özgürlük isteyenler öcü değildir! Farklı fikirlere, farklı hayat tarzlarına, farklı görüşlere sahip insanların yan yana durup barışçıl yollarla siyasetten daha çok demokrasi talep etmesi öcü değildir, harikuladedir. Ama öfke, kin, nefret, yok saymak, ayrımcılık, düşman yaratmak öcüdür! Çocukken gördüm, oradan biliyorum!
Sanatçı dediğimiz insanlar “Böyle kalalım işte, böyle iyi, daha iyisi olmasın, bize fazla gelir” demez. Herkese daha çok hak ve özgürlük verilsin, insanlar daha güzel yaşasın, herkes fikrini anlatabilsin, yöneticiler dinlesin, kimse ezilmesin isterler. Bunun için, daha iyi şartlar için, muhalefet yaparlar.
‘Onlar-biz’ diye ülkeyi ayıran, cadı avına çıkan, hedef gösteren, savaş çığlıkları atan, saldıran, kıran, yakıp yıkan kimsenin gözümde sinek kadar değeri yoktur. En has arkadaşım da olsa, mahalle bakkalı da olsa, siyasetçi de olsa!
KARDEŞ O KARDEŞ
Uzun lafın kısası: Ben bir daha, bu ülkede, hiçbir anne babanın çocuğuna “Onlardan mısın bizden mi derlerse, aman evladım, sakın cevap verme!” diye bir öğüt vermesini istemiyorum arkadaş!
Kimse, bu ülkeyle ilgili hayali ne olursa olsun, “Savaş, intikam, asalım, keselim, kafalarını patlatalım, alaşağı edelim” filan diye bağırmasın, çat diye ağzına vururum ha! Tevellüt malum, şu an bildiğiniz komşu teyzeyim ve buna hakkım var!
Bir teoriye göre, insan kendine en faydalı ve en önemli tavsiyeleri 10 yaşına kadar duyarmış! “Temiz ol”, “İyi kalpli ol”, “Kitap oku”, “Yalan söyleme”, “Yardım et”, “Şımarma”, “Saygılı ol”, “Öğren”, “Dinle” en çok beğenip hiç unutmamaya çalıştıklarım... Herkesin hatırlamasında da fayda var!
Öyle başladım, 70’lerde, çocuklara söylenen başka bir öğütle bitireyim. Televizyon tek kanaldı ve yayın akşam başlardı. Dolayısıyle gündüzleri evde durmazdık pek. Sokakta ve parklarda oynardık. Bazen de, çocuk ve salak olduğumuzdan, kaçınılmaz olarak birbirimize girerdik. Derlerdi ki:
“Kavga etme çocum, kardeş o, kardeş”!
Paylaş