Paylaş
Artık Japonya’da yaşadığını ve birkaç değişik işle birlikte tekstille alakalı şeyler yaptığını öğrendim.
Sesini duymak kadar anne olduğunu bilmek de beni duygulandırdı.
16-17 yaşında aileden uzak ilk yaz tatilimi birlikte geçirmiştim onunla.
Yol boyunca Cake’in o yıl çıkardığı Comfort Eagle şarkısı çalıyordu.
İstanbul’a taşındığımız 98 yılından bu yana kurduğum onca arkadaşlık içinde onunki hep başka olmuştu.
Küçücük yaşının yanında bir bina kadar dev duran piyanosu, annesi ve babasının şahane sesi eşliğinde ev, La Scala’da bir prömiyer akşamı gibi olurdu.
Biz Göztepe’de otururduk. Annem babam yeni boşanmıştı ve pek huzurum yoktu evde.
Akşamları Caddebostan sahilinde yürüyüşe çıkardık arkadaşlarla.
Suadiye’nin palmiyeleri arasında hayallerimizi, aşklarımızı konuşurduk.
O yıllarda bu kadar boşanma da olmadığından benim gündem hep dikkat çekici olurdu.
Ezgi ve Aslı hep başka olmuştu hayatımda.
Her dakika sanat, her dakika müzik ve konser konuşurduk birlikteyken.
Belkıs Aran gibi önemli bir sanatçının öğrencisiydi Ezgi’nin annesi.
Varsa yoksa opera ve bale konuşulurdu aramızda.
Ben pek bir şey bilmezdim. Tiyatro oldu mu konu benden geçerdi o ayrı.
Aslı su balesi yapıyordu, Ezgi piyano çalıyordu, ben de tiyatro kursuna gidiyordum ve depresyon ikinci mesleğim gibi geziyordu yanımda.
Yıllar sonra vefat haberiyle sarsılacağım arkadaşım Aslı, bana Belkıs Aran’ın büyükbabaanesi olduğunu söylüyordu.
Telefonların gazeteden kuponla verildiği yıllar, iki kez bu telefon işine girişmiş ikisinde de kuponları tamamlayamayıp telefonu alamamış biri olarak, arkadaşlık biraz da “yanına gitmek istediğinde hangi adreste onu bulacağını” bilmekti.
Her akşam nerede olduklarını tahmin ederdim.
Etmek için bir haftanın konser ve gösteri planlarını bilmem yeterliydi.
Çünkü hep yetersiz hissederdim kendimi yanlarında ve bu çok mutlu ederdi beni.
Yıllar önce Bursa Tayyare Kültür Merkezi’nde Yıldız Kenter’i izlemiştim.
13 yaşlarındaydım belki de.
Maria Callas’ı oynuyordu. Ruhunu, dünyasını anlatıyordu.
Aklımda kalan ilk görüntü salonu tıklım tıklım dolduran seyircinin Yıldız Kenter’in kış rüzgarına direnen menekşeler gibi rengarenk oyunculuğundan Maria’nın ruhunu izlemek ve onun tutkusuna şahit olmaktı.
Operaya bir tutkum vardı benim de. Çok bilgim yoktu ama çok tutkum vardı.
Leyla Gencer’e merakım vardı. Beniamino Gigli’ye merakım vardı.
AKM’de bir 2001-2003 sezonu zamanı arkadaşımın annesinden La Traviata’dan Violetta izleyecektik.
O yılın en beğenilen gösterilerinden biri olmuştu.
Merdivenlerde oturan insanları hatırlıyorum.
Merdivenlerinden izlemeye razı olmanın şıklığı vardı kıyafetlerinde.
Beş dakika geç gelmenin utancı vardı yüzlerinde.
G G G
Özenle seçilmiş yalnızlığım, o yıllarda bütün çocuk oyunlarını sokaklara feda etmişti.
Çocuk oyunları mutlu çocukların hak ettiği bir şeydi.
Bazı oyunlar iyileşmek içindi ve yaralı kalbime çok iyi geliyordu.
Sonra bir patlama geçirecekti Türkiye.
Ayrılan ayrılana haber olacaktı.
Ayrılık şarkıları bile azalacaktı yüreklerimizden. Bu sefer kesin bir kopuş olacağı belliydi.
Muhteşem sesi ve kostümüyle o piyesi ve elbette sanatçı Nursel Öncül’ü andım bugünlerde...
Yıllar evvel arkadaşlığından zevk duyduğum, kızı olan dostum ise Japonya’ya taşınmış, evlenmişti.
Çekik gözlü, dünya tatlısı bir kızı olmuştu.
Benim bir Japoncam bile yoktu tebrik edecek.
Piyanodan uzak kalmıştı. Nursel Hanım emekli olmuştu.
Kamelyalı Kadın’ı bir daha konuşan pek kalmadı.
Aslı kanserden vefat etmişti.
Ailenin tek kızıydı. Annesi bugün hâlâ her işimde arayıp tebriğini aldığım Seda annem olacaktı.
Aldığım 14 ödülün yanında Aslı’nın resmi olacaktı. Çünkü arkadaşlık bu dünyadaki en büyük ödüldü.
G G G
Kalbim geçen haftalarda kızı Ezgi’nin gönderdiği küçük tatlı gri çorapla sıcacık oldu.
Çizimlerin olduğu bir etiketle yanında bir çorap, bir de yiyecek tatlı bir şey yollamıştı.
Ağlamıştım. Yaptığı tişört tasarımlarına baktım.
Ezgi her zaman yetenekliydi.
Bir kafeye geçip Maria Callas’ın Violetta’sını açtım.
Şu an Tosca’ya geçiş yapıp ve Vissi d’arte dinlerken kendimi kaybetmiş olsam da, Ezgi’nin çorapları birkaç şeyi hatırlattı bana. Bu şehirde üşümeye öyle alışmışım ki başka yerin yoksunluğu da sıkıcı olacak belli ki.
Duracağım ve üretmek için didineceğim.
Elinde mendil taşıyan çocukların her birine beyaz siyah tuşlar hediye edeceğim.
Dilleri sustuğunda elleri, elleri sustuğunda gözleri konuşsun, güzelliklerle bilinsin hikayeleri diye.
Hikayeler güzel olursa ancak iyileştirebilir çocukları.
İyileşmiş bir çocuğun yüreğinden de kimseye zarar gelmez.
Neyse...
Çocukluğumu yoksunluk, fakirlik, kırık kalp olarak değil de Yıldız Kenter’i, Nursel Öncül’ü, Belkıs Aran’ı hatta gece yarısı Ezgi ve rahmetli dostum Aslı’yla uyanıp Rita Hayworth’ın Gilda’sını taklit ettiğimiz gecelerle anımsayacağım.
Sanatı destekleyin.
Hayatı kıyaklaştırır. Anıları da...
Paylaş