Paylaş
Hiç anlamam; kardeşim, bu kat yerin dibinden başlıyorsa birinci neden ben değilim? Neyi baz alıyoruz? Emlakçı dese ki “Bitkilerin köklerinden şahane manzaralı dairem var”, anlayacağım. Giriş katın bir altı ne?
Biraz Göztepe görmüşlüğüm olduysa da benim manzaram hep pencerenin önünden geçen ayaklar oldu. Artık ayakkabılara bakarak İstanbul semt kültürü hakkında ufak ufak bilgi sahibi olmaya başladım. ‘Vay arkadaş, bu adam kesin Ulus’tan geliyor’ ayakkabı modeliyle Kadıköy’ün ayakkabısı çok farklı mesela.
Bir de ağaçların köklerini görürsünüz hep, ebediyete ne verdiğini bilmezsiniz. Yönetici sizi bilmez, kapıcı acır halinize. “Öğrenci” der, “Parası yok” der. Bir su basar, kimse gelmez. Sen kova kova su taşırsın, adam asansörde bir cümleyle yağmur sohbetini kapatır. Sonra o evde bir şeyler yazılır, oyunlar oynanır, çaylar içilir, birkaç kedi beslenir... O odada olan şeyler de bir yerde anlatılır.
O yer burası mı, tam olarak evimde miyim, bilmiyorum. Fakat bir süre, her çarşamba, hurriyet.com.tr’de yolculuk edeceğiz. Bundan mutluyum...
YAŞASIN, ALLAH BELAMI VERDİ!
Yalnızlık değil ama ‘yalnız insan hikâyesi’ kanserden daha yaygın bir hastalık. “Ne yaşadım ben biliyor musun, bana ne oldu biliyor musun?” diye başlayan bir cümle ve sonu da yok!
‘Allah benim belamı daha çok verdi’ diye kariyer planlaması, karakter gelişimi olur mu?
“Aslında benim hayatım roman olurdu” diyen herkesin bir roman okumasını öneriyorum. Hiç olmazsa pencereden dışarı bakıp hava alırken şöyle bir etrafına bakmasını mesela...
Kendi hayatının magazinini ve gücünü, hayat hikâyesinden alarak etrafını sömüren kitlelerin, bu virüsle ilgili tedavi görmeleri şart.
Okumak yani! Eğitim, kesin...
ÖNERİLER, RANDEVULAR, ALKIŞLAR
Artık şarkılardan çok şarkıcılar seviliyor.Yazılardan çok, yazarları. Bu “Duruşuna bayıldım!” denilen sohbetteki duruşu ben hiç anlamadım. Belki de kelime anlamıyla bize pek de dokunmayan şeyleri çok seviyoruz.‘Duran’ öylece..
Böylelikle birkaç şahsi albüm ve kitap önerisinde bulunabilirim diye düşündüm.
Güler Özince, Selçuk Sami Cingi-Cengiz Baysal, Mabel Matiz ve Eqho bu yaz en çok dinlediklerim. Bir de akşamüstü kokteyliyle Ferit Odman dinlenmeli.
Kitap olarak, kışa girerken, Göksel Bekmezci’den ‘Bir Elmanın Yarası’. Kısacık sayfaları arasında, benim bile yıllar öncesine ait anılarım var. Bir de, Margaret Mazzantini’nin 2013’te yazdığı ‘Parıltı’, Doğan Kitap’tan çıktı.
Tiyatroyla ilgili olarak festivale yakın zamanda detaylı bir yazı paylaşacağım. Hem festivalde hem de sezonda harika oyunların bizi beklediği müjdesini verirken, bendenizin de klasik bir oyunla seyirciyle buluşacağını belirtmem ayıp kaçmaz umarım.
İNSANLAR VE HAYVANLAR
Kısacık sürede:
- Bir köpeğin kıçına acı biber sokuldu.
- İki eşeğin kıçına su hortumu sokuldu, köylü perişan oldu.
- Bir kedinin gözlerini çıkarmakla suçlanan kızın internet hesabının korkunç hayvan şiddeti fotoğraflarıyla dolu olduğu ortaya çıktı.
- Bir çocuk kedi kesip internete koydu, kedi can çekişirken onunla ‘esprili’ bir dille sohbet etti.
- Komşusu besliyor diye kedileri tekmeleyen komşular oldu.
- Kadıköy’de yeni doğmuş kediler ezilerek öldürüldü. Bilerek!
- Arabanın arkasına köpek bağlanıp otobanda saatlerce sürüklendi. Kaç kez yapıldı, sayamadık.
- Barınaklar ve klinikler makatı yırtık hayvanlarla dolu.
- Çoğu suçlunun yaşı küçük (tecavüz edenler dışında).
Bu kadar olay yaşandı.
300-500 TL cezayla serbest bırakılma dışında bir gelişme olmadı yahut yeni bir yasa çıkmadı. Bir devlet büyüğü de kişisel kavgasına ara verip ‘hayvan hakları’ diye bir başlık açmadı.
Sonuçta kesilen bu ceza nereye gidiyor? Neyin parası bu 500 TL? Herkes eziyet ettiği hayvan için ceza olarak 500 TL verse gül gibi yaşar mıyız? Uzaklarda bir yerlerde böyle bir mantık mı var? Nereye gidiyoruz? Yetkililerin manevi destek için de sağlam bir yasa düzenlemesi gerekmiyor mu? İnsan hayatının ve hayvanların, hatta bitkilerin eşya muamelesi görmemesi için ne zaman harekete geçilecek?
Göksel Bekmezci’yle sohbet ediyorduk. Bilen bilir, yakından takip ettiğim bir yazardır kendisi. Dedi ki, “Bir kedi görmüştüm, gözleri kıpkırmızı. Göz damlası alıp kediyi yakalamaya çalıştım. Sokakta beni görenler ne yaptığıma şaşkın şaşkın baktılar. ‘O kedi zaten öyle, hasta’ dediler. Bir gün önce Kadir Gecesi’ydi. Dedim ki, ‘Bu mahallede yaşayan 5 bin kişi, oruçlar tuttu, iyilik adına ibadetler yaptı, güzellik adına dualar etti. Tüm bunlar bir kedinin gözlerine şifa olmadıktan sonra, ne işe yarar ki?’”
Ne diyeyim, Kurban Bayramı yaklaşırken paylaşayım dedim. Sevdiklerinize iyilik, sevmenin kendisine de iyilik etmektir. Sokak hayvanlarına yardım edin. Hayvanları sevin.
Bizim onlara minnet borcumuz da var üstelik. Milli Mücadele döneminde tüm teçhizat, öküz ve kağnı arabalarıyla taşındı. Cumhuriyet’in kurulduğu dönemde üretilen uçaklara kağnı amblemi yerleştirildi. Bugün aynı zamanda 30 Ağustos Zafer Bayramı malumunuz, bu vesileyle onu da hatırlatayım istedim.
Herkese mutlulukla, dostlukla, yardımlaşma ve sevgiyle geçen güzel bayramlar dilerim.
Paylaş