Yoksa Catherine Deneuve 2010 İstanbul için haklı mıydı

FRANSIZLARIN "diva"sı Catherine Deneuve ile İstanbul’da iki kez konuşma fırsatı buldum.

İlki çok uzun yıllar önceydi tarihi aklımda kalmamış. Ama ikincisini hatırlıyorum; 2006 yılının nisan ayıydı.

İstanbul’un "2010 Avrupa Kültür Başkenti" seçildiği günlere rastlıyordu. Brüksel’den gelen haberler bizleri pek mutlu etmişti.

O nedenle Çırağan Sarayı’ndaki 10 dakikalık kısacık söyleşimizde Deneuve’e 2010 İstanbul’u sormuştum.

"Bir sanatçının bakış açısıyla İstanbul kültür başkentliğine soyunurken ne tür sanat ve kültür projeleriyle ilgiyi çekebilir" diye bir soru yöneltmiştim.

Aklımca, Deneuve’den çıkacak parlak fikirlerden yararlanabilirdik .

Ne yanılgı.

Fransızların o ünlü kibri iliklerine kadar işlemiş olan ünlü oyuncu "Siz önce şu trafik sorununu halledin. 2010 yılına kadar bir şu sorunu çözün yeter. İstanbul zaten öylesine sihirli, öylesine çekici bir şehir ki. Tek yapacağınız gelen ziyaretçilerin hayatını kolaylaştırmak" cevabını vermişti.

Yani "Çözülmesi gereken yaşamsal sorunlarınız varken 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti sizin neyinize" demeye getirmişti.

Şimdi düşünüyorum da, üç yıl önce cevabına bayağı içerlediğim "kendini beğenmiş" Catherine Deneuve yoksa haklı mıydı?

Çözmek bir yana, trafik sorunu üç yıl öncesine göre daha beter, daha içinden çıkılmaz bir durumda.

İnsanlar trafik korkusuyla evlerinden çıkmaz hale gelmişler.

TEFTİŞ KURULU’NDAN KÜLTÜR DÜNYASINA

Öte yandan 2010 İstanbul Kültür Başkenti projesinde "çuvallama" noktasına geldik.

Projeyi yürütmekte olan "İstanbul 2010 Ajansı" Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile ekibinin istifa eşiğinde olduğu günlerden beri gazetelerde.

2010 yılına 10 ay gibi bir süre kalmış.

İstanbullular heyecan içersinde, hangi projelerin bittiğinin, hangi restorasyonun tamamlandığının (örneğin Atatürk Kültür Merkezi), yaşamlarına nasıl bir renk geleceğinin haberlerini beklerken çıka çıka istifa haberleri çıktı.

Oysa ben daha birkaç ay önce, İstanbul 2010 Ajansı’nda görevli küratör Beral Madra’nın ağzından İstanbul 2010’un, gençlerin yaşamını değiştirmeye yönelik uzun soluklu bir proje olduğunu yazmıştım.

Peki neler oluyor İstanbul 2010 Ajansı’nda?

Mesele özetle şu:

Yönetim Kurulu ile Ajansın Genel Sekreteri Eyüp Özgüç arasında bir son derece önemli "doku uyuşmazlığı" var.

Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri, Başbakanlık Denetleme Kurulu’ndan bu göreve atanmış olan Özgüç’ün görevden alınması talebinde bulunmuşlar.

Talepleri reddedilince kendileri istifa noktasına gelmişler.

Esasında, Başbakanlık Denetleme Kurulu’ndan birinin, sanat ve kültür işleriyle uğraşan bir kurumda ne işi var diye merak edebilirsiniz.

Özgüç, Denetleme Kurulu’nda başmüfettiş iken örneğin, 2004 yılında Türk Futbolu’ndaki şaibe iddialarını araştırmış.

Kuşkum yok ki, konusunda mutlaka başarılı bir isimdir ama iş sanat ve kültüre gelince kesinlikle kendi alanı değil.

SAHNENİN ALTINDA KUM TORBALARI

Bunu bizzat nasıl yaşadığımı anlatayım dilerseniz.

Geçtiğimiz ağustos ile eylül aylarında İstanbul’da "Uluslararası Boğaziçi Festivali" yapıldı.

Zengin bir program, ünlü sanatçılar.

Aya İrini’de ünlü şef Zubin Mehta’yı bu festival kapsamında dinledik.

Ancak ne yalan söyleyeyim farklıydı bu festival.

Bir yerlerde terslik vardı. Örneğin tanıtımı iyi yapılmamıştı.

Mehta’dan herkes son dakikada haberdar olmuştu.

Ünlü şefin ayakta alkışlandığı Aya İrini, İstanbul Festivali’nden bildiğimiz mekándan farklıydı.

Özensiz, çıplak, herhangi basit ama zarif bir süslemeden yoksun.

Ancak en büyük şok Açık Hava Tiyatrosu’nda geldi.

İlk sıralarda olduğum için çok iyi gördüm: Sahnenin altında kum ve çimento torbaları sıra sıra dizilmiş duruyordu.

Uluslararası bir festival iddiasında bir sanat etkinliğinde kum ve çimento torbalarının unutulmuş olmasını düşünebiliyor musunuz?

Kaldı ki, müsamere performansı gösteren bale topluluğunun, programda yer aldığı gibi St. Petersbourg Balesi değil, St. Petersbourg’da bir bale okulunun topluluğu olan Jacobson Bale Topluluğu olduğu ortaya çıkmıştı.

Nereden bakarsanız küçük çaplı bir skandal.

Hatta bazı yayın organlarında festivale bu yüzden "Çakma Festival" etiketi yapıştırılmıştı.

O günlerde merakla Uluslararası Boğaziçi Festivali’nin bir sorumlusunu araştırırken karşıma 2010 İstanbul Ajansı’nın Genel Sekreteri Eyüp Özgüç çıktı.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin: Özgüç ile çalışmak istemeyen 2010 İstanbul Ajansı Yönetim Kurulu üyeleri haksız mı?
Yazarın Tüm Yazıları