MARIAN Salzman ile İstanbul’daki iki konuşmasının arasında öğle yemeğinde buluştuk.
Perakende Günleri’ndeki konuşmasını henüz bitirmişti, İTKİB’deki konuşmasını henüz yapmamıştı ünlü Amerikalı "trend avcısı".
Her konuya kendi renkli yorumunu katan Marian Salzman’ın, sosyal, kültürel ve iş yaşamındaki trendleri tespit etme ve izleme becerisine hayran kaldık.
Gözlemlerine de, fütürist görüşlerine de.
Pazarlama şirketlerinin neden peşinden koştuklarını anlamak zor değil.
Zira antenleri müthiş açık.
İnternetten modaya, gastronomiden politikaya ABD’de ve dünyada neler olup bittiğini ondan daha iyi bilen biri var mı acaba?
Her şeyi gören, bilen bir kadın o.
Papa ziyaretinin İstanbul trafiğini nasıl alt üst ettiğini bile fark etmiş şehrimize kısacık ziyaretinde.
"Aynen Bush’un New York’a ziyaretleri gibi bir kaos yaşanıyor bu şehirde" diyor.
Papa 16. Benedikt hakkında da bir görüşü var. Nedense, Papa II Jean Paul’un ABD’de daha fazla sevildiğini söylüyor.
Papa’nın İstanbul ziyaretinden yeni sosyal trendlere ve bunların pazarlamaya etkisine geçiyoruz.
ABD’de son trendlerden biri "ev ofis".
İnsanlar ve özellikle kadınlar artık giderek daha fazla evlerinde çalışıyorlar.
Peki bu trendin kozmetik sanayiyi etkileyebileceği hiç aklınıza gelmiş miydi?
Evinde çalışan bir kadının sabahtan makyaj yapma ihtiyacı olmayacağını göre, etkiler elbet.
Kozmetik devi Estee Lauder’e danışmanlıkyapan Marian Salzman bunun gibi kolay kolay akla gelmeyecek şeyleri hesaplayan biri.
Pazarlama için nelerin dikkate alındığını anlattıkça şaşırıyoruz.
ABD’yi ABD yapan formüller sanki onun elinde.
Peki "Botoks Partileri"ni duymuş muydunuz?
Ben ilk kez duyuyorum. Mesele şu:
Botoks yaptırtmak isteyen beş, altı kadın bir araya gelip "botoks" yapan kişiyi eve çağırıyormuş. Böylelikle botoks daha ucuza mal oluyormuş.
Son yıllarda ABD "tüp bebek" patlaması yaşanması da pazarlama uzmanlarının yakından izledikleri bir şey.
Ne alákası var diyeceksiniz? "Tüp bebek" genellikle ikiz ya da üçüzle sonuçlanıyor.
Salzman "ABD ikiz, üçüz vakalarına daha sıklıkla karşılaştığı için bebek ürünlerinden tutun, okullarda ikiz ve üçüzlerin nasıl okutulacağına kadar bir sürü sorunla yeni tanışıyor. Dolayısıyla bu konu bizi de yakından ilgilendiriyor" diyor.
"Tüp bebek" patlamasının nasıl bir pazar yaratabileceğini Amerikalılardan başka kim düşünebilirdi?
Türkiye’nin markası nedir bilmiyorum
MARİAN Salzman’a Türkiye’nin imajını sormamak olmaz. Zaten biz sormadan o söylüyor:
"Ben gelmeden Dünya Ekonomik Forumu yapılmış İstanbul’da. Aradım, taradım hiçbir yabancı basında bu önemli toplantıyla ilgili doğru dürüst bilgiye rastlamadım."
Dünya Ekonomik Forumu gibi önemli bir toplantıya ev sahipliği yapmışız ama tanıtım fırsatını kaçırmışız. Batı basınında yer almanın yollarını bulamamışız.
Sadece bu mu?
Marian Salzman devam ediyor: "2010’da İstanbul Kültür Başkenti seçilmiş. Bununla ilgili hiçbir yayın organında habere rastlamadım."
Gözünden kaçmış olması mümkün değil.
Zira Salzman, bir internet kurdu kelimenin tam anlamıyla.
Amerikan, Avrupa basınını neredeyse dakikası dakikasına izliyor.
Demek ki, 2010 İstanbul Kültür Başkenti konusunda da iletişimde sınıfta kaldık.
Yine inanılmaz bir tanıtım fırsatında treni kaçırıyoruz.
"Türkiye olarak halkla ilişkileriniz felaket" diyor.
"Çin ve Hindistan sizden çok daha iyi beceriyor bu işi" diye ekliyor.
Marian Salzman, Türkiye’yi "tarihin modernlikle buluştuğu bir ülke" olarak tarif ediyor.
Türkiye hakkında bildiklerini sayıyor.
"Gelişmekte olan ülke, AB üyesi olmaya aday, laik, İslam’ın modern yüzü, zengin mutfağa sahip."
Bunları sayıyor ama "Türkiye markasının ne olduğunu bilmiyorum" diyor.
Markalaşmayı başaramamış bir ülkeyiz biz.
Her yerde bu tespit karşımıza çıkıyor ama ünlü bir trend gurusunun ağzından bunu duymak daha başka.
Marian Salzman soruyor: "Neden ülkenizi pazarlayamıyorsunuz?"
Cevabını bilsem.
Pazarlamanın bazı ipuçlarını veriyor: "Dünyada trend yaratan dergilerde, basın organlarında daha çok görünmek şart. Örneğin Conde Nast Traveler gibi dergiler."
Wall Paper Dergisi’nin sık sık Türkiye’ye ya da Türk markalarına yer verdiği dikkatini çekmiş.
"Türkiye’den birilerinin Wall Paper Dergisiyle arası iyi anlaşılan ama yetmez. Dünyada etkilenmesi gereken kişiler topu topu iki elin parmağı kadar. Neden bunlara ulaşamıyorsunuz?"
Doğru, neden ulaşamıyoruz?
ABD Hillary’ye hazır değil
MARIAN Salzman, ABD’deki kasım seçimlerinden önce Hürriyet’ten Ezgi Başaran ile konuşmuş.
Pazar ekinde yayımlanan söyleşisinin bir yerinde ABD’nin başına bundan sonra Başkan Bush’un Florida Valisi olan kardeşi Jeb Bush’un geleceğini söylemiş.
Demokratların kongrede kazandıkları zafer bu öngörüsünü değiştirmiş.
"Artık Jeb Bush gelemez iktidara. Demokratların gelişi rüzgarı tersine çevirdi" diyor.
Peki ya Hillary Clinton?
"ABD henüz bir kadın başkana hazır değil. İster inanın, ister inanmayın Amerikan toplumu cinsiyet ayırımcılığı yapan bir toplum."
Hillary’nin tek şansı, kızı Chelsea’nin evlenip çocuk doğurması.
Yani, Amerikalılar’ın gözünde ancak torun sahibi Hillary başkan olabilir.
Anneanne Hillary imajı kadın başkan imajıyla örtüşebilirmiş.
Geriye Hillary’nın kızını ikna etmesi kalıyor.
THY’nin demode bir imajı var
MARIAN Salzman’ın THY ile ilgili söyledikleri THY yöneticilerinin kesinlikle hoşuna gitmeyecek.
Zira New York’tan THY ile gelen trend gurusu anlaşılan "business class"ta uçmuş ama koltuklardan şikayetçi.
"Virgin, İngiliz Havayolları yatağa dönüşen koltuklara geçmiş. Uzun uçuşlarda işadamları artık böyle bir rahatlık istiyor" diyor.
THY’nin onda yarattığı izlenim "demode bir havayolları".
"Sanki dekorasyonu yeni yapılmış eski bir ev gibi. Virgin Havayolları’nın o dinamizmi, yenilikçi ruhu THY’de yok."
THY’nin yeni uçaklarının renklerini seçen, hostesleri giydiren modacı Cemil İpekçi bence Marian Salzman’ın bu tespiti üzerinde uzun uzun düşünmeli.
Uçakların içini pembe ve turkuaz yapmak, hosteslerin kıyafetlerini de aynı renklerden seçmek "demode" damgasını yemekten kurtaramamış.
Pembe ve turkuaz renklerinin yolculara "güven" vermediğini, ciddi bir havayolu imajı yaratmadığını THY’nin eski yöneticilerinin ağzından duymuştuk.
Ama dünyanın en genç filolarından birine sahip olmakla övünen THY’nin "demode" izlenimi yaratması gerçekten üzücü.