Ancak içerisinde gelişmekte olan piyasalar, yeni Avrupa Birliği (AB) üyeleri ve global ekonomiye yönelik tahminler de var.
Raporun gelişmekte olan piyasalar bölümünü kaleme almış olan PwC Makroekonomi bölüm başkanı John Hawksworth’a dün telefonla ulaştım.
Türkiye bölümünü yorumlamasını istedim.
"Türkiye uzmanı olmadığını" özellikle vurgulayan Hawksworth öncelikle şunu vurguluyor:
"Türkiye’nın genç nüfusu ekonomisinin güçlü bir şekilde büyümesinde avantaj..."
Aynı avantaj Hindistan için geçerli.
Yıllardan beri "bir çocuk" politikası uygulayan Çin ilerde yaşlanan nüfus sorunuyla karşılaşacak.
John Hawksworth diyor ki: "Bazı koşullar yerine getirilirse, makroekonomik göstergeler iyi olmaya devam ederse 40 yıl içerisinde İtalyan ekonomisine yetişirsiniz..."
Ancak John Hawksworth’un üzerinde önemle durduğu bazı koşullar "teknoloji" ve "inovasyon".
"Türkiye’nin dünyanın 12. ekonomisi olma potansiyeli var. Bu uzun bir süreç. Ancak Avrupa ekonomilerine yetişme için teknoloji ve inovasyona yatırım yapmanız da gerekir."
PricewaterhouseCoopers’in yönetici ortağı Adnan Nas da aynı görüşte.
"Uzun vadeli bir büyüme için Türk şirketlerinin katma değer meselesi üzerinde durmaları gerekiyor. Ki bu ancak teknoloji, Ar-Ge, eğitim ile mümkün."
Özetle 45 yıl sonra dünyanın 12. en büyük ekonomisi olmak öyle lafla olacak şey değil.
Koşullarını yerine getirirsek ne álá.
Araştırmaya 130 milyon Euro ayırmak dünya lideri yapar
SÖZ Ar-Ge’den (araştırma geliştirme) açılmışken, bu hafta sonu Fransa’da bir Ar-Ge birimine yaptığımız ziyarete değinmek şart.
Ziyaret ettiğimiz yer, taze sütlü ürünler pazarında dünya lideri konumundaki Danone’nin araştırma ve geliştirme merkezi Danone Vitapole.
Merkezde bilim adamlarından gıda mühendislerine kadar 600 kişi çalışıyor.
Danone Vitapole uzay merkezi gibi bir yer.
Sanayi casuslarına karşı önlem alınmış.
Yıllık cirosu 13.7 milyar Euro olan Danone bunun yüzde birini yani 130 milyon Euro’yu Ar-Ge’ye ayırıyor.
Danone Vitapole’daki araştırmalar beslenmenin insan sağlığı üzerindeki etkisine odaklanmış.
Bir süreden beri "ne yersek neye iyi gelir" modası var ya, bu yüzden söylenenlere iyice kulak verdik.
Mutlaka duymuşsunuzdur.
Şimdilerdebir "probiyotik" furyası var.
Danone Vitapole’de işittiklerimiz, gördüklerimiz daha çok "probiyotik" üzerine odaklanmıştı.
Ziyaretimiz aynı zamanda Danone’nin, dünyadan 30 ülkeden bilim adamlarının katılımıyla dört yıldan beri gerçekleştirdiği "Probiyotik Kongresi"ne denk geldiği için bu konuda iyice bilgi sahibi olduk.
NEDİR PROBİYOTİK
Önce "probiyotik" nedir?
Latince anlamı "yaşam için."
2000 yılında kabul gören bir tanıma göre "probiyotik" sözcüğü "yeterli miktarda alındığı zaman kişiye faydalı olan, yaşayan bir mikro organizma"yı tarif için kullanılıyor...
Dünya Sağlık Örgütü ve BM Tarım Örgütü FAO’nun kabul ettikleri tanım bu.
Danone ilk kez 1987 yılında piyasaya "probiyotik" bir ürün sürmüş.
O tarihten beri Ar-Ge merkezinde bu alanda çalışmaları devam ediyor.
Danone "probiyotik" sütlü ürünler pazarında yüzde 35 payla dünya lideri.
DanoneVitapole’de laboratuvarlarda 3 bine yakın bakteri var.
Bunlarla günde 15 tane "prototip ürün" yapılıyor.
Yani, "ne yersek neye iyi gelir" meselesi için yılda beş bine yakın "prototip ürün" gerçekleştiriliyor.
Bunlardan sadece 10 tanesi ticari ürüne dönüşüyor.
Danone’nin "probiyotik" sütlü ürünlerde biri sindirim sistemine, diğeri bağışıklık sistemine yönelik iki ürünü var.
Ama dediğim gibi Ar-Ge merkezinde stokladığı 3 bin bakteriyle gelecekte insan sağlığını üzerinde etkili olacak başka ürünler de piyasaya sürmesi pekálá mümkün.
Zaten Türkiye’den Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Ali Özden’in de katıldığı "Probiyotik Kongresi"nde probiyotiklerin obezite, alerji, ülser gibi hastalıklarla ilişkisi de tartışılmış.
Yani yarın öbür gün ülseri iyileştirecek "probiyotik"li bir yoğurt de piyasaya sürülebilir.
Bu arada belirtmekte yarar var, yazıyı kaleme almadan önce danıştığım sevgili doktorumuz Gündüz Tezmen de "probiyotik" ürünlerin faydasına inananlardan.
Cengiz Han’ın atlılarından Ar-Ge laboratuvarına
RİVAYETE göre, Cengiz Han’ın atlıları yeni ele geçirdikleri bir köyde su istemişler.
Köylüler nasılsa çöl sıcağında bozulur, işe yaramaz diye mataralarına su yerine süt koymuşlar.
Ancak at sırtında sürekli sallanan mataradakı sıvı sıcakla birlikte katı bir şeye yani yoğurda dönüşmüş.
Türkçe "yoğurt" ilk kez 8. yüzyılda kullanılmış.
Yoğurt atalarımızın gıdası sonuçta.
Başkaları bizden önce ticari bir ürüne dönüştürdüğü için, Ar-Ge ile katma değer kattığı için bizim yararlanamadığımız bir fırsat.