Ömer Uluç’un canavarları Konstantiniye’nin ejderhaları
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Ömer Uluç, Vapurların Seyri isimli seyyar sergisine tema arayışında İstanbul sularında gemilerle dolaşmaya başlamış.
Esas beslendiği kaynak İstanbul olmuş. "Sarayburnu, Karaköy, Haliç üçgeninde Bizans ve öncesinde kim bilir neler yaşanmıştır. Kim bilir ne tür yaratıklar barındırmıştır."
Arka planda Sarayburnu, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camii ile Yeni Cami’nin ve daha nice caminin minare ve kubbeleri.
Sonra deniz, sonra köprü ve nihayet güvertede Ömer Uluç’un heykelleri.
Uluç’un "Vapurların Seyri" sergisi belki dünyada ilk kez vapurda gerçekleşen "seyyah" bir sergi.
Gemi fikri esasında serginin sponsorluğunu üstlenen Matraş Deri’nin sahibi Erdal Matraş’tan çıkmış.
Şirketin 60. kuruluş yıldönümü için koleksiyoneri olduğu ressama sergi teklifi götüren Erdal Matraş, "Sergi mekanı neden bir gemi olmasın" deyince Uluç’un gözleri parlamış.
"Hayatımın en ilginç sergisi oldu bu" diyor.
Uluç sergiye bir tema arayışında İstanbul sularında gemilerle dolaşmaya başlamış.
Bu gemi senin, bu gemi benim derken sergiyi aynen bir gemi gibi üç ayrı bölümden oluşturma fikri olgunlaşmış: "Yeraltı Dünyası", "Yeryüzü Dünyası" ve "Gökyüzü."
"Sergi için yeraltı dünyası yaratıklarına inanan Şamanizm’den, Taoizm’den etkilendim" diyor.
Şamanist inanca göre, dünya "gök","yeraltı" ve "yeryüzü" olmak üzere üç parçadan oluşurmuş.
ŞAMANİZM İNANCINDA YERALTI
Yeryüzündeki bir yaratığın "yeraltına" inerek kendisine benzeyen bir yaratıkla eşleştiği ve onu "yeryüzüne" çıkarttığı inancı hakim Şamanizm’de.
Yeryüzüne çıkartılan yaratık daha sonra gökyüzüne de kavuşuyor.
Uluç’un sergisinin "Yeraltı" bölümü biraz denizaltı hissini veriyor.
İstanbul-9 gemisinin alt katı tamamıyla boşaltılmış, ressamın eski resimleri siyah bir fonda çepeçevre karşınızda.
Salonun tam ortasında ise içinde deniz suyu dolu bir tank kocaman bir canavarı barındırıyor.
Boru-canavar denizin çırpıntısında hafif hafif kımıldıyor.
Ve başka bir yeraltı yaratığını yutmak üzere.
Geminin orta katında Ömer Uluç’un kırmızı, mavi, yeşil ve sarı renklerinin ağırlıklı olduğu dev resimleri.
Güvertede ise heykelleri.
Uluç bu sergi için Şamanizm’den her ne kadar esinlenmiş olsa da esas beslendiği kaynak İstanbul.
Geminin demirlediği Karaköy rıhtımının çevresini işaret ederek "Sarayburnu, Karaköy, Haliç üçgeninde Bizans ve öncesinde kim bilir neler yaşanmıştır. Kim bilir ne tür yaratıklar barındırmıştır" diyor.
YERASİMOS’UN EFSANELERİ
Uluç’un birkaç yıl önce kaybettiğimiz Stefanos Yerasimos’un "Kostantiniye ve AyasofyaEfsaneleri" kitabından haberi var mı bilmem?
Kitabın sayfalarını çevirdiğinizde Ahmed Bican Yazıcıoğlu’nun 15. yüzyılda kaleme almış olduğu İstanbul’a ilişkin şu satırlarına rastlıyorsunuz: "Nice yıllar harab yatub içinde yırtıcı canavarlar ve ejderhalar vatan almıştır. Sonra Konstantin adlu bir padişah gelüp imaret kıldı."
Şehrin kuruluş efsanelerinden biri de yılanla kartal arasındaki mücadele ki Yerasimos’a göre bunun esin kaynağı İlyada.
İstanbul’un kuruluşu efsanelerle yoğurulmuş.
Bunlarda yeraltı canavarları da var, yerüstü de.
Geçmişteki varlıklarının bir işaretini İstanbul-9 gemisinden veriyorlarsa fazla da şaşırmamak gerek.
Tekrar günümüze ve Uluç’un sergisine dönersek, serginin gerçekleşmesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi danışmanı ve Turizm Atölyesi direktörü Tülin Ersöz’ün katkısı büyük.
İDO’nun gemisi İstanbul-9 bundan söyle hep seyyar sergilere ev sahipliği yapacak.
İstanbullular, Dr. Ahmet Paksoy’un genel müdürlüğündeki İDO’nun böyle sanatsal açılımlarını elbet memnunlukla karşılıyor.
Ama böylesine açılımlar İDO’nun İstanbul’un bazı geleneklerini görmezden gelmesinin yol açtığı mutsuzlukları gidermiyor ne yazık ki?
Dr. Paksoy duydum ki Uluç’un İstanbul’un ta kendisi olan sergisinden çok etkilenmiş.
Öyleyse İstanbul’u, denizde görmeye alışkın oldukları vapurları isteyen İstanbulluları, vapur tarifelerinin değiştirilmesinden mutsuz Adalıları daha iyi anlamıştır. Umarım öyledir.