Paylaş
Osmanlı el sanatlarını çağdaş tasarımla birleştiren Hiref’i bebeklik döneminden beri tanıyorum.
Güvenç Kılıç, tam yedi yıl önce ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü mezunu ablası Ebru Çerezci ile birlikte Hiref’i kurduğunda acaba bugünleri tahmin etmiş miydi?
Osmanlı’da, 15. yüzyılda ortaya çıkan sanatçı örgütü Ehl-i-Hiref’ten adını alan Hiref’in bugün İstanbul’da İstinyePark ve Kanyon gibi alışveriş merkezlerinde mağazaları, Ankara’da satış noktaları var.
Hiref’in ilk dönemlerinde Anadolu şehirlerini karış karış gezerek Osmanlı formlarının peşine düşen, yerel atölyelerle anlaşan Ebru Çerezci, Garanti Bankası ve Kagider tarafından üç yıl önce yılın girişimcisi seçilmişti.
20 bin liralık bir bütçeyle yola çıkan iki kardeşin bugün geldiği nokta gerçek bir başarı öyküsüne işaret ediyor. Otel ve müzeler için tasarım yapan Hiref’in çalışmaları Georgetown ve Harvard üniversitelerinde “marka nasıl yaratılır” derslerine konu olmuş.
Geçenlerde Güvenç Kılıç’tan aldığım e-posta Hiref ile ilgili önemli bir gelişmeyi müjdeliyordu: Hiref, Dubai benzeri yeni yatırımlarıyla göz kamaştıran Katar’da 19 milyar dolarlık ‘The Pearl Qatar’ projesinde yer alan ilk Türk markası olmuş.
Kılıç diyor ki: “Katar bölgenin en hızlı ve en istikrarlı gelişen ülkesi. Biz de tren hareket ederken vagona atlayalım dedik.”
Kılıç’ın yazdığına göre, denizde yapay bir ada üzerinde yapılan Katar İncisi konut, alışveriş, lokanta, su sporlarını barındıran dev bir proje ve 2012’de tamamlanacak. Anladığım kadarıyla 2022 FİFA Dünya Kupası’nın Katar’da yapılacak olması buradaki yatırımcıları hızlandırmış.
Hiref, 19 milyar dolarlık Katar İncisi’ndeki mağazasında Katar’ın en önemli yatırımcılarından UDC (United Development Company) ile ortak. Katar İncisi projesinin de arkasındaki isim olan UDC’yi Katar’ın önde gelen aileleri ve yatırımcıları 1999’da kurmuş. 40 milyar dolarlık mal varlığına sahip UDC’nin yüzde 25’i yabancı yatırımcılara ait.
Belli ki, Güvenç Kılıç ve Ebru Çerezci Katar’ın geleceğine güveniyor. Zira burada Çin asıllı ünlü Amerikalı mimar İ.M. Pei’nin (Louvre’n bahçesindeki Cam Piramit’in de mimarı) yapmış olduğu İslam Eserleri Müzesi’nin hediyelik eşyalarını da tasarlıyorlar. Kılıç “Türkiye’den girişimcileri Katar’a yatırım yapmaya çağırıyorum. Her türlü kolaylık sağlanıyor” diyor.
Topkapı, Louvre kadar değerli
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı haziran ayından itibaren artık yok. Hazirana kadar tamamlanacak projeler arasında Topkapı Sarayı’ndaki restorasyonlar da var.
Hafta ortasında, nedense İstanbul’un sürpriz şekilde güneşli bir gününde Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı tarihçi İlber Ortaylı’nın ofisinde İstanbul 2010 Ajansı Başkanı Şekip Avdagiç ile buluşuyoruz.
Topkapı Sarayı salı günü ziyaretçilere kapalı. Tatlı bir huzur var bahçelerinde.
İlber Ortaylı, İstanbul 2010 Ajansı’nın lağvedilmesinden şikayetçi: “Ajansın desteğiyle müthiş restorasyon projeleri yaptık. Topkapı Sarayı’nı kurtardık. Ne olursa olsun, ajans devam etsin. İstanbul’un ajansın sağlayacağı kaynağa şiddetle ihtiyacı var.”
Şekip Avgadiç ise ajansın medyada fazlasıyla hırpalanmış olmasından ötürü kırgın. “Görevim haziranda bitiyor” diyor.
İstanbul 2010 Ajansı Topkapı Sarayı Müzesi’deki restorasyon çalışmaları için 11 milyon 735 liralık bir bütçe ayırmış. Bu sayede mutfaklar, Sofa, Revan ve Bağdat köşkleri, Has Ahırlar, Harem Hastanesi restorasyon görmüş.
İlber Ortaylı, dünyanın en zengin çini koleksiyonu için bir müze gerektiğini söylüyor.
Fransa’da 15. Louis döneminde imalata başlayan ünlü Sevres porselen fabrikasının ilk çıkarttığı en nadide parçaların Topkapı Sarayı’nda olduğunu kaçımız biliyoruz?
Ortaylı, Topkapı Sarayı Müzesi’nin Louvre Müzesi kadar değerli olduğunu ancak yeterince tanıtılmadığını söylerken yerden göğe haklı.
Dünya turu yapan güneş arabası İstanbul’daydı
Yenilenebilir enerji konusuna nasıl taktığımı bilen İsviçre Konsolosluğu’dan Zehra Hanım geçenlerde aradı. Beni, güneş ve rüzgâr enerjisiyle çalışan arabasıyla çıktığı dünya turundaki İsviçreli gezgin Marc Muller ile bir öğle yemeğine çağırdı.
Yenilenebilir enerji sektöründe faaliyet gösteren isimlerin de katıldığı öğle yemeğinde hayretle Lozanlı Muller’i dinledik.
Muller henüz 28 yaşında. Enerji sistemleri mühendisliği ve işletme okumuş. Geçen yıl 12 beygir gücündeki ‘güneş arabası’yla dünya turuna çıkınca İsviçre’nin önde gelen şirketlerinin ve hükümet desteğini almış: Örneğin arabasının tekerlekleri Honda’dan. Marc Muller, Türkiye’ye gelişi Güney Amerika üzerinden. Daha önce Kuzey Afrika’yı turlayıp Fas’ta gemiyle Kuzey Amerika’ya geçiyor. New York’tan Los Angeles’e, oradan da Güney Amerika. ‘Arap Ayaklanması’dan önce Tunus, Cezayir, Fas’ı turlamış.
O DA TRAFİĞE TAKILDI
Ama herhangi bir tatsız olayla karşılaşmamış. Yola çıkarken 40 bin kilometre kat etmeyi düşünüyor ancak arabada çıkan bazı sorunlar nedeniyle yolculuğu 25 bin kilometrede tamamlayacak.
Bu gencecik adam gerçek bir idealist. Güneş ve rüzgârla çalışan arabalarla yolculuk edilebileceğini kanıtlamak peşinde.
Bu arada her geçtiği şehirde aynen İstanbul’da olduğu gibi, yenilenebilir enerji sektöründen önemli isimlerle buluşuyor, bilgisayarında notlar alıyor. Derdi her ülkenin yenilenebilir enerji stratejisini saptamak. Sonra bir kitap yapacakmış.
Buluştuğumuz lokantaya trafik nedeniyle güneş arabasıyla gelemeyen Marc Muller’ı yolda çektiği sıkıntıları sordum: “En çok fotoğraf çektirmek isteyenlerden bunaldım” diyor.
Türkiye’de kendisiyle fotoğraf karesine girmek isteyen yumurcakları da kırmıyor ama.
Paylaş