Paylaş
“Bizim için büyüme verimlilik tabanlı olmalı. İş gücünü ve sermayeyi daha fazla verimlilik üzerine kurgulamak gerek. Verimliliğin için teknoloji
var. İş gücünün doğru kullanımında eğitim var”.
Şöyle devam ediyor Boyner:
“Biz Türkiye olarak Çin mi olmak istiyoruz? Yoksa Finlandiya mı?Türkiye’nin birinci lige atması gerek”.
Birinci lige atlamanın olmazsa olmaz koşulu Boyner’in de vurguladığı gibi geniş anlamıyla teknoloji, Ar-Ge gibi şeyler.
İşte bu noktada geçenlerde elime geçen ancak yazmaya fırsat bulamadığım Dünya Ekonomik Forumu’nun 2009-2010 Küresel Bilgi Teknolojileri
Raporu’na değinmek istiyorum.
Rapor, 133 ekonomiyi mercek altına almış.
Birinci sırada İsveç’i görüyoruz.
Zaten İskandinav ülkeleri tabloda göreceğiniz gibi büyük bir çoğunlukla zirvedeki ilk 10 ülkenin arasında.
SEKİZ BASAMAK GERİLEDİK
Dünya Ekonomik Forumu’nun bu son Küresel Bilgi Teknolojileri Raporu’nda Türkiye’nin durumu nedir?
Haberler pek parlak değil doğrusu.
Türkiye 3.68 puanla 69. sırada.
Ancak dikkat çekici nokta şu:
Bir yıl öncesine oranla tam sekiz basamak geriledik.
Yani bilgi teknolojileri alanında rekabetçiliğimiz düşüşte.
Dünya Ekonomik Forumu’nun raporunda, Türkiye’nin durumuyla ilgili şöyle bir görüşe yer veriliyor.
“ Türkiye, hükümetin bilgi teknolojileri alanında daha güçlü bir vizyon sergilemesiyle ve liderliğiyle üst sıralara tırmanabilir”.
PERFORMANS YENİ PATRONLA DÜZELİR Mİ?
Ne ki liderlik yapması gereken hükümetin e-devlet konusunda pek başarılı bir performans göstermediği de vurgulanıyor raporda.
Peki Türkiye, bilgi teknolojileri ve özellikle e-devlet konusundaki bu başarısız performansını düzeltebilir mi?
Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz önemli bir gelişme yaşandı.
Bilişim sektörünün patronu değişti ve DPT’ten Ulaştırma Bakanlığı’na geçti.
E-devletten yani kamu hizmetlerinin elektronik ortamda verilmesinden anladığım kadarıyla artık Ulaştırma Bakanlığı sorumlu olacak.
Bu değişikliğin performansa olumlu yansıyıp yansımadığını anlamak için Dünya Ekonomik Forumu’nun bir sonraki raporu beklememiz gerek.
İstanbul surları, lüfer Hasankeyf ve Emek Sineması
BU yukarıda saydığım şeylerin ortak noktaları ne olabilir?
Hemen söyleyeyim.
Ortak noktaları şu:
Tümünün gelecekleri tehlikede ve şükür ki İstanbul’un surlarını, lüferini, tarihi Emek Sinemasını ve de Hasankeyf’i kurtarmak için uğraşanlar var.
Lüferden başlarsak, Türkiye’de “slow food”un öncülerinden olan Defne Koryürek’in çağrısıyla dün İstanbul’da bu lezzetli balığın neslinin tehlikede olduğuna dikkat çekmek için bir konferans düzenlendi.
İstanbul’u lüfersiz düşünmek mümkün mü?
Bizans döneminden kalan, tarihi surları olmadan da düşünemezsiniz güzel şehrimizi.
İstanbul 2010 Yönetim Kurulu üyesi Korhan Gümüş gönderdiği e-postada “İstanbul Surları sahipsiz” diye dikkat çekiyor.
İstanbul dünyada kentsel topografyada en büyük sur varlığına sahip şehir.
Surları sahip olduğu en önemli değerlerden biri.
Ama gelin görün ki, yer yer tam bir mezbelelik görüntüsünde.
Restorasyonu uygun bir şekilde yapılmıyor.
DİRENENLER OLMAZSA
Korhan Gümüş, Unesco’nun talebiyle tarihi yarımadanın yönetim planının yapıldığı bugünlerde,İstanbul Surları’nın kimin tarafından yönetileceği yani sahibinin kim olacağı konusunun da açıklığa kavuşturulması gerektiğini söylüyor.
İstanbul Surları sahipsiz kalmasın.
Emek Sineması’na gelirsek yıkılmasına karşı sesler giderek yükseliyor.
Önceki gün baktım emektar sinemanın kapısına “yıktırmayız” diye bir tabela asılmış.
Bakalım kim galip gelecek?
Yıkılmasını destekleyen Kültür ve Turizm Bakanı Günay mı?
Yoksa direnişlerini sürdürmeye kararlı sinemaseverler ve İstanbul sevdalıları mı?
Sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan Hasankeyf sevdalıları da iş başında.
Hafta sonunda Hasankeyf Belediyesi, Doğa Derneği’nın desteğiyle Hasankeyf’in Unesco’nun Kültür Miras listesine alınması için bir arama konferansı vardı.
Hasankeyf’i kurtarmanın en iyi yolu Unesco’nun kültür mirası listesine alınması.
Kültürel zenginliğimizle ilgili tablo ortada
Yıkımlara, tahribata direnen, sesini çıkartan sivil inisiyatif olmazsa elimizde bir şey kalmayacak.
Paylaş