ÖNCELİKLE İstanbul Sanayi Odası’nı kutlamak gerek.
Dünya gündeminin en üst sıralarındaki "küresel ısınma"yı konunun uzmanlarıyla Odakule’deki merkezinde masaya yatırdığı için.
Türkiye’de Çevre Bakanlığı’nın kurulmasından önce kendi bünyesinde bir çevre birimi oluşturmuş olan İSO Türkiye’nin "Kyoto Protokolü"yle ilgili politikasını dikkatle izliyor.
ABD, Avustralya gibi ülkelerle "Kyoto Protokolü"nü imzalamamış olan Türkiye yelkenleri nihayet suya indirecek mi?
Yani protokolü imzalayacak mı?
Belli ki İSO’nun bu konuda bazı kaygıları var.
Kyoto Protokolü’nün Türkiye ekonomisinin gelişmesini tehdit edebileceği kaygısı.
Ancak toplantıya katılan Profesör Mikdat Kadıoğlu, Doçent Semra Cerit Mazlum gibi isimler "Kyoto Protokolü"nün ekonominin gelişmesine tehdit olamayacağı görüşünde.
Mazlum, Kyoto Protokolü’nde gelişmekte olan ülkeler için esnek maddeler olduğunu hatırlatıyor.
Türkiye protokolü imzalamaya yanaştığı takdirde bunlardan yararlanabilir.
Tam da yeni enerji yatırımlarına yönelen Türkiye’nin "global ısınma" meselesine daha ciddi eğilmesi gerek.
"Küresel İklim Değişimi ve Türkiye" kitabının üçüncü baskısı geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkmış olan Profesör Kadıoğlu, Türkiye’nin en büyük sorununu şöyle açıklıyor:
"Küresel ısınma nedeniyle sıcaklık artışı ve yağışın azalması."
Türkiye "kötümser bir senaryo"nun göbeğinde.
2030 yılında kış mevsimi 2 derecelik, yaz mevsimi ise 3 ila 4 derecelik bir artış gösterecek.
Türkiye çölleşebilir.
Denizin yükselmesi de ayrı bir sorun.
Özellikle de Karadeniz.
İşte bu noktada Profesör Mikdat Kadıoğlu "Karadeniz Sahil Yolu’nun yapılması yanlıştı" diyor.
Karadeniz’in 2100 yılına kadar 50 ila 60 santim yükselebileceğini söylüyor.
Ukraynalıların hesabına göre ise 1,5 metre yükselebilirmiş.
Neticede 20 yılda yapımı tamamlanan, 4,5 milyar dolara mal olmuş, Başbakan Recep TayyipErdoğan’ın geçen hafta açılışını yaptığı Karadeniz Sahil Yolu, plansız, hesapsız yapılmış.
Sular yükselir mi? Kıyılarda erozyon olur mu?
Kimsenin aklına gelmemiş.
4,5 milyar doları suların yutması işten bile değil anlayacağınız.
İSO’nun bu çok önemli toplantısıyla ilgili ilave etmek istediğim iki şey var.
Toplantıya TEMA’nın davet edilmemiş olmasını doğrusu yadırgadım.
Zira TEMA, Kyoto Protokolü’nün dahil olduğu BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne akredite tek STK bildiğim kadarıyla.
İkincisi, Ankara "Kyoto Protokolü"nü imzalayıp imzalamama kararsızlığını sürdürürken, "Türkiye Kyoto’yu İmzala" diye bir imza kampanyası sürüyor.
Kampanya internette dolaşıyor.
Önünüze düşerse imzalayın derim.
Ben imzaladım.
Türkiye’den başka ’katılımcı bütçe’ örnekleri var
GEÇEN Salı günkü "Türkiye’nin ilk katılımcı bütçesi Çanakkale"den yazıma bazı itirazlar geldi.
Yalova eski Belediye Başkanı Yakup Koçal örneğin, 2001 yılında Yalova’da bir mahallenin yatırım önceliklerinin internet ortamında sağlandığını hatırlattı.
Belediyenin bazı noktalara yerleştirdiği kiosklar sayesinde halkın yüzde 72’inin katılımı sağlanmış.
Bu proje Yalova Belediyesi’ne 2002 Sürdürülebilir Johannesburg Dünya Zirvesi’nde ödül kazandırmış.
Aynı şekilde İstanbul’un en büyük ilçesi Gaziosmanpaşa’da bir süreden beri "katılımcıbütçe" uygulanıyor.
Belediye Başkanı Erhan Erol, bütçesini yaptığı anket sonucu halkın önceliklerine göre belirliyor.
AKM’yi yıkma kararı yangından mal kaçırır gibi
KATILIMCI Bütçe örnekleri ne kadar sevindirici ise İstanbulluları yakından ilgilendiren Atatürk Kültür Merkezi’yle ilgili "yangından mal kaçırır" gibi TBMM sevk edilen yasa tasarısı o kadar üzücü.
Mesele şu:
Kültür ve Turizm Bakanlığı, "İstanbul 2010 Kültür Başkenti"yle ilgili yasa tasarısına hiç ilgisi olmadığı halde son dakikada "Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılıp yeniden yapılması" maddesini koymuş.
Yasa tasarısı esasında İstanbul’un 2010 yılında Kültür Başkenti olmasıyla ilgili çalışmaları koordine edecek özerk bir yapılanma öngörüyor.
Nedense AKM’nin illa yıkılmasını talep eden bakanlık AKM maddesini da tasarıya sıkıştırmış.
Kültür başkentiyle ilgili altı aydan beri çalışmalarını sürdüren İstanbul 2010 GirişimGrubu haklı olarak buna karşı çıkıyor. Tasarıya karşı çıkıyor..
Açıklamasında bu maddenin tasarıdan çıkarılmasına talep ediyor.
Girişim Grubu, AKM’nıin daha katılımcı ve şeffaf bir ortamda tartışılmasını öneriyor.
Doğrusu da bu zaten.
İstanbullulara danışmadan AKM’yi yıkmak olur mu?
Bakalım İstanbulluların öncelikleri nedir?
Neden kimse bunu sormuyor?
Kaldı ki, AKM gibi bir "kültür mirasımızın" yıkılması, 2010 yılında İstanbul’un sanat ve kültürünü öne çıkartacak hazırlıklara ters düşmüyor mü?