BREZİLYA maçını kazansaydık eğer, şimdi yazacaklarımı ‘‘nasılsa çok sevindik, biraz üzülsek ziyanı yok’’ diyerekten daha kolaylıkla yazacaktım.
Maçı kaybettik, zaten milletçe üzgünüz ama benim de hafta içinde katıldığım bir toplantıda duyduklarımı sizlerle paylaşmam gerek biraz daha üzüleceğinizi bilerek.
Taxim Hill Oteli'ndeki toplantıyı düzenleyen Türkiye Sosyal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı TÜSES.
Toplantının konukları ODTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Sencer Ayata ile Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra.
Prof.Sencer Ayata,‘‘Türkiye'de Yoksulluk’’ üzerineyaptığı geniş araştırmayı sunuyor.
Tahminlerimizin ötesinde bir yoksulluk tablosu çıkıyor ortaya.
Türkiye'de en alt basamaktaki yüzde 10'luk bir kesimin düzenli bir geliri yok ve açlık sınırında yaşıyor.
Ancak akraba, konu komşu yardımıyla karnını doyurabiliyor.
Zaten Ayata bu kesimi ‘‘yardım bağımlısı’’ olarak tanımlıyor.
Öylesine yoksul ki, pazarda arta kalan meyve sebzeleri toplamak için sokağa çıkacak parası dahi yok.
Çoğu kez bir çorba için gerekli malzemeden yoksun.
Meselá un varsa, yağ yok...
Yağ varsa un yok...
İşin ilginç yanı, en yoksullara ne dini cemaatler, ne sivil toplum örgütleri ulaşabiliyor.
Öyle ki Ayata'nın araştırmasını Gaziantep'te dinleyen Saadet Partisi İl Başkanı ‘‘Demek ki, yüzde 10'luk kesimi atladık’’ diye hayıflanmış.
Tahmin edebileceğiniz gibi en yoksullar grubunda çocuklar ya hastalıktan ya parasızlıktan çoğunlukla okula gidemiyor.
Oysa bir ortaokul diploması dahi yoksulluktan kurtulma çaresi olabiliyor.
Bir üst basamaktakiler yani yüzde 10 ile yüzde 35'lik bir dilim arasında yer alanların evinde çoğunlukla asgari ücretle çalışan bir kişi var.
180-200 milyon da olsa düzenli bir maaş aileyi bir nebze kurtarıyor, çünkü hiç olmazsa ayda bir pazara giderek sekiz, on milyon harcama ihtimali doğuyor.
Bu kesimdekiler asla kırmızı et yemiyor.
Süt, hatta yoğurt bir lüks.
Araştırmayı yapmak için bizzat pazarlara giden Prof. Ayata, filelerini nasıl doldurduklarına, en ucuz malı bulmak için nasıl mücadele ettiklerine tanık olmuş.
Ayata'nın araştırması dediğim gibi oldukça kapsamlı. Beslenme, eğitim, sağlık, konut gibi ayrı ayrı bölümlere ayrılmış. Hepsini burada ayrıntılı anlatmam imkansız.
Sadece aklımda kalan bir kaç tespite değineceğim.
Ayata diyor ki, politikacılarımızın ‘‘Türkiye'nin aile bağları, sosyal yapısı sağlam, birşey olmaz’’ diye ortaya çıkmaları anlamsız.
Kriz herkesi vurduğu için sosyal dayanışma ağları çökmüş.
Aile için şiddet patlamaları yaşanıyor.
Baba anneye bıçakla saldırıyor. Anne aynı şiddeti çocuğuna yansıtıyor.
Beni şaşırtan bir tespit ise şu: En yoksul kesim hastaneye düştüğünde, ameliyat durumunda doktorlar açıktan ‘‘bıçak parası’’ istiyormuş.
‘‘Bıçak parası’’ ve ‘‘bıçak yarası’’yla pazarınızın tadını biraz kaçırdıysam affedin.