SENİNKİ kaç santimetre? Bir kampanyanın sloganı...
İlk duyduğumda Allah Allah bu da ne, nereden çıktı bu laf, ne oluyor diye sordum kendi kendime... Bu sloganı ilk olarak ünlü şef Mehmet Gürs’ün üzerindeki t-shirt’te gördüm. Sonrasında öğrendim ki soyu tükenmekte olan balıklara dikkat çekmek için yapılan bu müthiş kampanyayı Greenpeace organize etmiş. Aslında özeti: ‘Küçük balık yoksa büyük balık da yok’ . Bütün balıklar için önemli olan bu kampanya özellikle Boğaz’ın simgesi lüfer için daha da önemli. Dün İstanbul’da lüfer bayramıydı. Lüferin tam da mevsimi. Ankara’ya da en tazesi geliyor günlük olarak. Ama üç gün önce Divan Oteli’nde yaptığımız TURYİD toplantısında bir kez daha gündeme gelen konu lüfer sayısının gittikçe azaldığı yönündeydi. Lüferin avlanma boyutu bu kampanyadan önce 14 cm idi. Şimdi 20 cm’e çıktı. Çünkü 20-24 cm’e gelmeden önce balık yumurtasını bırakamazmış. Yumurtasını bırakmadan da soyunu devam ettiremiyor. Lüferin yavruları sarıkanat ve çinekop. Biz balıkçı tezgahlarından bu balıkları almaya devam ettikçe, restoranlarda bu balıkları sipariş ettikçe sarıkanat ve çinekop avı devam edecek ve lüferin soyu tamamen tükenecek. 2000 yılında denizlerimizde 25 bin ton lüfer avlanırken bugün bu rakam 5000 ton civarında. Tabii ki yok olan sadece lüfer değil. Lüfer sadece bir simge. Böyle giderse birkaç yıl içerisinde denizlerimizde 40 cins balık türünün daha nesli tükenecek. Buradan seslenmek istiyorum... Gelin hep birlikte, balıkçı tezgahında ya da restoranda kampanyanın sloganında olduğu gibi soralım: Sizinki kaç santimetre? Lütfen sarıkanat ya da çinekopun satıldığına şahit olursak ALO174 numaralı telefona ihbarda bulunalım. Yavru balık satmayalım, almayalım, tüketmeyelim. Denizlerimizin geleceğini korumaya yardım edelim. Kız istemeler, nişanlar... Son haftalarda öyle çok kız isteme, nişan törenine katıldım ki... Hem seviniyorum hem de vakt-i zamanında mini minnacık olan yeğenlerimin mürüvvetlerini görmek yaşlandığım duygusuna kapılmama neden oluyor... Geçen hafta Gaziantep’teydim. Baba tarafından yeğenim Ali’ye kız istemeye gittik, ardından da nişan törenlerini yaptık. Gaziantep tabii, mutfağı dillere destan. Biz de kız isteme, nişan derken bol bol yedik... Halil Usta’nın kebabı, içli köfte, analı kızlı, İmam Çağdaş’ın meşhur fıstıklı baklavası... Tartılmaya korktum ama kesin 1-2 kilo alıp döndüm. Nişan gecesi daha önce görmediğim bir adete şahit oldum Antep’te. Nişanlananlara takılan yüzüğün kırmızı kurdelesi nişan töreninden sonra minik minik kesilerek bekar kızlara dağıtılıyor. Kızlar da bir an önce evlenebilmek için bu minik kurdeleleri suyla yutuyorlar. Düğünde gelinin ayakkabısının altına bekar kızların isimlerinin yazıldığını biliyorum da kurdele yutma işini ilk defa gördüm! İşte her yörenin kendine özgü adetleri var... Bu hafta da burada dayımın oğlu Emre’ye söz kestik! Hazırlıkları heyecan içinde yaparken yeni trendleri de öğrendim. Artık eskiden olduğu gibi kız istemeye giderken kırmızı gül gönderilmiyormuş! 11-21-51 gibi tek sayılarda gönderilen kırmızı güller yerini beyaz güllerle birlikte kullanılan beyaz orkide dallarına bırakmış! Biz de Emre’nin çiçeğinde beyaz orkide ve gülleri tercih ettik. Kız evine götürülen çikolatada da gümüş veya cam, kabı ne olursa olsun, madlen yerini, el yapımı özel çikolatalara, trüflere bırakmış. Gusto çikolatanın zarif sahibesi Yüksel Hanım’dan öğrendiğim kadarıyla el yapımı çikolataların yanına yaldızlı kağıtla kaplanmış çikolatalar da dekor olarak konuyor, gümüş renkli badem şekerleri de araya serpiştiriliyormuş. Daha da önemlisi çikolata konulan kabın kurdelesi, dekoru kız evine gönderilen çiçeğin rengine göre seçiliyormuş. Biz de Emre’nin çikolatasında çiçeğimizin detayını anlatarak kendimizi Yüksel Hanım’a bıraktık. Sonuç çok güzeldi. Aslında bana tüm bu detaylar ve hazırlıklardaki esas gaye, kız tarafına bu işe emek harcandığının gösterilmesi... Şimdi heyecanla Oğul ve Ali’ye kız istemeye gideceğim günleri bekliyorum. Ne hoş adetler, ne güzel heyecanlar...