Paylaş
Geçtiğimiz pazar sabahı çoluk çocuk toplandık, gittik Harlem’e. Adı Amerikan sivil haklar mücadelesi, zenci hakları ve dünyaca ünlü müzisyen ve sporcularla anılan Harlem, yüzyıllardır siyah Amerikalıların merkezi olmuş. Bill Clinton da geçtiğimiz yıllarda evini bu semte taşıyınca iyice popüler olan bölgeyi ben de çok seviyorum. Bu arada geçenlerde New York Times’da okudum, Harlem’in beyaz nüfusu siyah nüfusunu geçmiş. Bunda eminim ki Clinton’un oraya taşınmasının da rolü büyük olmuştur.
Gospel coşkusu
Sabah erkenden Harlem’in en büyük kilisesi Abyssian ın yolunu tuttuk. Epeyce bir sıra bekledikten sonra Gospel’i izlemek üzere yerlerimizi aldık. Gospel, siyahların Afrika kültüründeki dans, çığlık atma ritim tutma gibi ögeleri dualarla karıştırarak daha neşeli ve coşkulu ayinlerine verilen ad. Gençlerin ellerini çırparak, ayaklarını yere vurarak yaptıkları show çok etkileyiciydi. Ali ve yeğenim Diyar kiliseden çıktığımızda hala dans ediyorlardı.
Oradan istikamet Harlem’in en meşhur restoranlarından Red Rooster yani “Kırmızı Horoz” ... Mükellef bir brunchdan sonra biraz Harlem sokaklarında turlayıp sokaklara taşan blues ritimleriyle keyiflenip döndük evimize.
Kulaklık çılgınlığı
Bu arada dikkat ettim de sokaklarda çıtları çıkmıyor gençlerin. Hepsinin kulaklarında kocaman birer kulaklık, İ-pod’larına ya da telefonlarına takıp çıkıyorlar sokağa. Aman Allah’ım inanamazsınız nasıl moda o kulaklıklar burada. Markası BEETS. Dr. Dre adında bir DJ tasarlamış bu kulaklıkları. Sadece gençler de değil, kadını erkeği, genci yaşlısı… herkes kuyrukta bu kulaklıklardan alabilmek için. Bedava da dağıtmıyorlar hani 200-600 USD arasında değişiyor fiyatı.
İşte bu tam anlamıyla bir marketing mucizesi. Alt tarafı bir kulaklık diyesi geliyor insanın ama öyle değil işte. Ali’ye de söz vermiştim karne hediyesi olarak aldık bir tane. Takıyor kafasına, resmen kopuyor dünyadan. Zaten ebeveyn sağırlığı denen bir şey var, bir de bunu takınca sesini duyur duyurabilirsen…Tamam bas sesleri bir ayrı duyuluyor, ses dağılımı çok etkileyici ama yine de benim favorim nostaljik pikaplarin sesi.
Cafemiz’i ilk açtığımız yıllarda çalardık “ Sahibinin Sesi” gramafonunu bazı aksamlar. O hışırtılar ne kadar doğal, ne kadar samimi gelirdi .
Pikapta plak keyfi
Ama eskinin değerini bilmeye başladı artık insanlar. Ben de bir suredir eski plakları topluyorum. Akşamları pikabımda o plakları çalmak çok keyifli oluyor. Geçenlerde New York sokaklarını turlarken bir sürü eski plak aldım. Greenwich willage’da en çok çeşidi bulduğum mağazanın sahibi eskiye çok rağbet olduğunu ve son dönemde plakların CD’lerden daha çok satıldığını söyledi. ”Grease “in , Audrey Hepburn’e hepimizin aşık olduğu “Tiffany’de Kahvaltı” nın film müzikleri, Micheal Jackson’ın Thriller’i , Frank Sinatra’nın “My Way” i , Beatles, Abba...Öğrenciliğimin en güzel günlerini gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiren albümleri toparladım. Türkiye’ye dönüp hepsini dinlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Paylaş