“ANKARA için iftar vakti!” Radyoda Dede Efendi çalıyor ve... o zamanların meşhur TRT spikerinin sesinden duyduğum bu cümle ile oruçlar açılıyor...
İftar vakti benim için bahşedilen nimetlerin değerini yeniden fark etme, sevgi, paylaşım, merhamet ve huzur vakti... İçimde çocukluğumdan kalma bir heyecan. Benim için Ramazan, geceleri sokaktan yankılanan sesini duyduğum davul, bütün evi saran mis gibi pidenin kokusu, anneciğimin binbir özenle hazırladığı, lezzetli mi lezzetli yemeklerle dolu iftar sofraları demekti. İşte bu çocukluk, ilk gençlik yıllarından kalma anılar insanın hatırasından silinmiyor. Bakıyorum da, son yıllarda o eski heyecanlar yok artık. Herkes kendi koşuşturmacasında... Kimsenin kimseden haberi yok. Hal böyle olunca ister istemez zaman makinesine binip, o günlere, o yıllardaki Ramazan’lara dönmek istiyor insan. Ramazan ayı denince arkasından gelen bayram tatilinin telaşı var herkeste. Tabii bu mübarek ayın anlamı hepimiz için bir ama acaba şekli mi değişti biraz? Bilmem... Belki de her şeyin hızlandığı bu dünyada, biraz da geçmişe özlem benimkisi...
Ankara Kalesi ve Ramazan
Benim hiçbir yere benzemeyen canım Ankara’mda Ramazan deyince aklıma ilk gelen yer kale. Eskiden çok giderdim ama son yıllarda vakit buldukça uğramaya çalışıyorum oralara. ODTÜ’de okurken kızlarla otobüslere biner Ankara Kalesi’nin altında kurulan bit pazarına giderdik. Eski deri pantolonlar, kim bilir kimlere ait kot ceketler alır, okulda o hırpani kıyafetlerle çok havalı olduğumuzu sanırdık. Mezun olup çalışmaya başladıktan sonra da, iş çıkışları kalede yemeğe gitme modası başladı! Ah o Washington Restaurant! Ahşap merdivenlerinden çıkarsınız... O zarif tavan işlemeleri, özgün süslemeleri... Hava güzelse, bahçede ?tabii yer bulabilirseniz? bir masaya oturursunuz. Koyu sohbetler eşliğinde lezzetli mi lezzetli yemekler yersiniz. Sanırım orada yediğim Halep İşi Kebap, başka yerde yakalayamadığım lezzetlerden biri. Son yıllarda kale de değişti tabii. Bu değişim bana göre iyi yönde. Kale, Ankara’da farklı bir sosyalleşme alanı yarattı. Çıkrıkçılar yokuşunda oradan oraya koşturan esnaf, başka yerde bulamayacağınız halı ve kilimleri burada incelemek, baharat kokuları içinde antikacıları gezmek, şaşkın gözlerle etrafı seyreden turistleri izlemek... Kale Ramazan ayında da bir başka oluyor tabii. Herkeste tatlı bir telaş. Herkeste bir coşku. Geçen gün oradaydım. Hem gençlik yıllarına dönmek istedim hem de ne oluyor bitiyor oralarda, merak ettim. Tahmin edersiniz, hava inanılmaz sıcaktı. Esnaf kapının önüne koyduğu minik vantilatörlerin altında, satışları artırmak için hem yoldan geçenlere laf atıyor hem de dükkanlarına uğrayan turistlere “Ramazan” nedir onu anlatmaya çalışıyor... Türk misafirperverliğini ispatlarcasına turistlere verilen minik hediyeler de gözümden kaçmadı. Ah işte, yurdum insanı dedim, karşılık beklemeden hediyeler veriyor, minik ikramlar yapıyor...
Kale özgün dünyası ile beni büyülüyor
O gün kaleye, çok yakın bir arkadaş grubum ile gittim. İftara doğru yeni açılan Çengelhan’da buluşalım dedik. Ben, özellikle birkaç saat erken gittim ki, yeni açılan mağazalar var mı? Çıkrıkçılar Yokuşu’ndaki hareketlilik o sıcakta, o saatte bile devam ediyor mu? Eski Ankara Evleri yeri yerinde mi? Turist yoğunluğu nedir? Ramazan’a özel ritüeller var mı? Şaka bir yana, her şey bıraktığım gibiydi. Tabii biraz daha modernleşmiş dükkanlar, tasarım objeler satan minik mağazaların sayısı çoğalmış. Kale’nin en zevkli dükkanları Nuh Nebi ve Hitit Antik her zamanki gibi rengarenk aksesuarların içinde kendimi kaybettiğim dükkanların başında. Yukarıdan sarkıtılan hazır sepetler, kokuları birbirine karışan baharatlar ve gözünüze şenlik rengarenk cam işlemeleri... Ben İstanbul’dayken de her seferinde olmasa da gidebildiğim kadar Kapalıçarşı’ya gidiyorum. O otantik dünya beni büyülüyor. Kendimi kaybedip zamanı da unutuyorum kimi zaman. O gün de öyle oldu, orada o kadar vakit geçirmişim ki, iftarı kaçırmamak için koşar adım Çengelhan’ın yolunu tuttum. Kale bedesten mevkiinde Rahmi Koç Müzesi’nin içinde restore edilen Divan Çengelhan’da kız kıza bir iftar yemeği yedik. Divan Grubu, eski tarihi dokuyu ellemeden, modern menüsü ile Ankara’nın yeni mekanlarından. Tarihi dokusu zaten muhteşem olan bu mekanda huşu içinde iftarımızı açtık desem yeridir.
Prinçhan’ın avlusunda köpüklü kahve molası
Kalede yemek yedikten sonra ne yapılır? Tabii ki Prinçhan’nın o meşhur köpüklü kahvesinden içilir. Kızlarla kol kola, yokuşları ine çıka vardık Prinçhan’a. Hana girer girmez herkes bir tarafa dağıldı. Tabii hepimiz birer gümüş aksesuar almayı da ihmal etmedik. Her seferinde kendime oradan bir şey alıyorum ve her zaman olduğu gibi, eve bir geliyorum ki, aynısından var. Handa bir başka büyüye kapılıyor insan. Otantik takılar, kilimler, el işlemeleri... Her defasında ilk kez görüyormuşum gibi etkileniyorum ve her defasında oradaki kahveyi yudumlarken, “Buradaki kahvenin üstüne yok!” diyorum. Herkese tavsiye ederim, ne yapın edin, Ramazan bitmeden bir akşam kalenin yolunu tutun! Hem nostaljik bir akşam geçirin hem de kısa da olsa gençliğinize, hatta belki çocukluğunuza doğru bir yolculuk yapın! Hepinize, annelerimizin yaptığı lezzetli iftar sofraları tadında, sevgi, paylaşım, merhamet ve huzur dolu bir Ramazan diliyorum.