Paylaş
Film, tüm zamanların en iyi hasılat rekoruna koşuyor ancak Barbie efsanesi yaratıldığı 1959’dan bu yana sayısız tartışmanın odağında. Bunlardan en popüleri gerçekçi olmayan beden ölçüleri; uzun bacakları, incecik beli gibi, her zaman fit ve bakımlı görünümü, lüks ev, araba ve kıyafetleri sebebi ile “tek tip güzellik anlayışı” yaratmış olması. Bu durum Türkçe dahil birçok dile ‘Barbieleşme’ gibi sözcüklerin girmesine sebep olurken ona benzeme çabası da yarattı. Film tam da yenice vizyona girmişken tartışmalar yeniden alevlenmiş durumda. “Barbie, kadın hakları konusunda gerçek bir devrimci miydi yoksa çocuklarımızın özgüvenini mi kırıyor?”
‘İSTEDİĞİN HER ŞEYİ OLABİLİRSİN’DEN ‘İDEAL KADIN’ İMAJINA
BUGÜN 64 yaşında olan Barbie yıllar içerisinde tüketim toplumunun ve kapitalizmin sembollerinden biri haline gelse de yaratıcısı Ruth Handler onu 1959’da -kendi kızına- rol model olabilmesi adına genç, özgüvenli, meslek sahibi ve çekici bir kadın olarak tasarlamıştı. Ki Barbie’nin “İstediğin her şeyi olabilirsin” mottosu buradan çıkmaz. Zira o yıllarda henüz kadınların çalışması, para kazanması çok yaygın olmadığı gibi kabul gören bir durum da değildi. Kadınlar daha çok kız okullarında dikiş nakış öğreniyor ve zengin bir koca ile evlenme hayali kuruyorlardı. Dolayısıyla Ruth Handler’in kızının adını verdiği Barbara Millicent Roberts isimli oyuncak bebek, bir diğer adı ile Barbie, muhafazakâr anlayışın hâkim olduğu 1950 ve 60’larda pek sevilmedi. Ancak buna rağmen hiçbir zaman feminist çevrelerden de kabul almadı. Kaldı ki 1980’lerde kusursuz beden algısı yarattığı, asil bir kadının nasıl olması gerektiğini dayattığı ve “sağlıksız ideal kadın” imajı çizdiği için de hayli eleştirildi.
TARTIŞMALI OYUNCAK
Mattel oyuncak firması tüm bu eleştirilere kayıtsız kalmadı. Barbie yıllar içinde doktor da oldu; pilot, astronot ve hatta ABD Başkanı da. Kemoterapi alan, protez bacaklı, Down sendromlu, farklı beden ölçülerine sahip Barbie’ler sürüldü pazara. Bugün 4 farklı beden ve 7 ten rengi var artık Barbie’nin. Ancak hâlâ ideal kadın algısı yarattığı, kadınlara her zaman güçlü olmayı dayattığı, bazı çocuklarda yeme bozukluğu, ruhsal ve fiziksel problemler ortaya çıkardığı gibi konular da tartışma konusu.
‘GERÇEK’ İLE ‘İDEAL’ BEDEN ARASINDAKİ UÇURUMU DERİNLEŞTİRDİ
TIKTOK, Instagram, SnapChat gibi uygulamalar bu kadar popüler olmadan önce “ideal güzellik” anlayışı zaten Barbie bebeklerle girmişti odamıza. Genç yaşında ‘Barbie’ye benzemek için’ yüzlerce estetik operasyon geçirenlerin haberlerini okuduk yıllarca. Davranış Araştırmaları Ve Terapileri Merkezi kurucusu, klinik psikolog Prof. Dr. Ebru Şalcıoğlu, güzelliğin tarih boyunca hep önemli olduğuna ama geçen yüzyıldan bu yana öneminin daha da arttığına vurgu yaparak, “Bunda Barbie’nin payı büyük” diyor, şöyle devam ediyor: “Beden imgesi, bedenimizin gerçek görünümü ve o görünüm ile alakalı duygu ve düşüncelerimizin bütünüdür. Bu imge, “bir gerçek, bir ideal ettiğimiz bir de başkalarının bizi nasıl gördüğü” ile oluşur. Bu üçünden de memnunsak sorun yok ancak ne zaman “gerçek” ile “ideal” arasındaki fark açılırsa memnuniyetsizlik artar. Ve bu psikolojik bir sorun haline gelebilir.”
Ebru Şalcıoğlu
BEDEN ALGISI
Peki, o farkın açılmasını kim, nasıl tetikliyor? Yanıtı şu: “Çevremizde gördüğümüz insanlar, Barbie gibi ‘kusursuz’ oyuncaklar, medya yolu ile bize ulaşan figürler, kitaplar ve filmlerdeki karakterler hatta Sindirella, Pamuk Prenses gibi birbirinden güzel masal kahramanları ve “güzellik algısı” pompalayan sosyal medya... Tüm bunlar çok güçlü bir beden algısı yaratıyor.”
SİSTEM TIKIR TIKIR
Özellikle 1980’lerden itibaren Barbie’nin kendisi de dahil birçok genç kadın üzerinde ciddi etki yaptığına da değinen Prof. Dr. Şalcıoğlu, “Çok iyi hatırlıyorum. Uzun bacaklarım, büyük gözlerim ve pürüzsüz bir cildim olsun isterdim. Tüm bunlar kadınlara yüklenen “ideal” ölçüler. Çocukluktan bu yana bu “ideal” ölçüleri yakalamak için çaba içindeyiz ve kapitalist sistem de diyet programlarından tut, moda, estetik operasyonlara kadar üzerimizden para kazanıyor” diyor.
BARBIE’NİN ROLÜ
Günümüzde estetik müdahale takıntısı, birilerine benzeme çabası olduğu ve bunun da psikolojik çöküntü, özellikle genç kadınlarda yeme bozuklukları gibi ciddi sorunlara yol açtığına değinen Prof. Dr. Şalcıoğlu diyor ki: “Kadını metalaştırmak açısından baktığımızda Barbie’nin bu durumda rolü büyük. Oysa mutluluğun anahtarı kendi bedeniniz ile barışmakta.”
RAHATSIZ EDİCİ BİR ‘MÜKEMMELLİK’
FEMİNİST Avukat Selin Nakıpoğlu henüz filmi izlememiş, “İzlemeye de niyetim yok açıkçası” diyor: “Ben o sınavı kızım küçükken verdim.” Benzer kaygıları yaşamışız. Şöyle devam ediyor: “Barbie’nin ışık saçan gülümsemesi, hep bakımlı ve parlak saçları, eğlenceli hayatı, her daim fit ve pürüzsüz cildi, hatta daima düzenli olan gardırobu bile beni rahatsız ediyordu. Ya kızım bunlara sahip olmayınca değer görmesinin zor olduğunu düşünürse? Ya rol model alırsa? Üstelik; kadınların her koşulda, her şey olabileceklerini söylemeye çalıştığım, tüketim kültürüne kaymaması, cinsiyet uçurumundan yuvarlanmasını istemediğim bir dünya tahayyülündeyken...”
Selin Nakıpoğlu
Paylaş