Paylaş
Lakin vesayetin, milletiyle bu devleti nasıl uydu hale getirdiğini ve milletlerarası yarıştan koparıp geri bıraktığını görüp bildikleri halde, inat edenlere ve vesayet özlemiyle yanıp tutuşanlara bir çift lafımız olacak.
Sizler, elbette ki vesayet sisteminin hasretiyle yanacaksınız! Sizlerin bitini bu sistem kanlandırdı. Zira bu sistemden besleniyorsunuz; dün de tuzunuz kuruydu, bugün de.
Sizler hiçbir zaman üretmek, terlemek, koşmak, koşuşturmak, yetiştirmek, ekmek-biçmek, pazarlamak vb derdinde olmadınız! Zira hep hazıra kondunuz.
Ekmeğinin peşinde koşan ve bu uğurda çırpınan millete kene gibi yapıştınız ve bu milletin ensesinde sürekli boza pişirdiniz. Her halinizle asalaksınız.
Salgın olmuş, ölüm kol gezmiş, millet ekonomik sıkıntıya düşmüş, döviz almış başını gitmiş, dükkânlar aylar boyu kapalı kalmış, on binlerce insan işsiz kalmış ve daha onlarca olumsuzluklar ayyuka çıkmış; sizler için ne gam!
Tüm bu olumsuzlukların daha çok olmasını ve hatta milletin çeşitli felaketlerin altında ezilmesini, tükenmesini ve büyük çoğunluğuyla yok olmasını arzu ediyorsunuz!
Bunu da saklamıyor, pervasızca, edepsizce haykırıyorsunuz. Sizler bu devleti babanızın çiftliği, milleti de orada çalışan ve barınan kâhyalar (bürokratlar), işçiler (bunlar sizin yandaşlarınız) ve sizden olmayan milletin kahir ekseriyetini de sürü olarak görüyorsunuz!
Çiftliğin kâhyası konumundakiler, millete rağmen iş gören (görmeyen) kurşun askerleriniz, yani bürokratlardır. Bunlar, millete canından bezdirmek için varlar; düsturları, “Bugün git, yarın gel”dir.
Bu denli bürokratlar, vesayet iktidarının gerçek ve sürekli temsilcileridir. Bu yüzden ancak çiftlik sahibinin iktidarında işlevseldirler. Sürünün seçtiği iktidarlarının atadığı valiler, kaymakamlar, hâkimler, savcılar, öğretmenler vb yalnızca ‘sarayın militanı’ olabilirler! Seçilerek gelenler de (Bunlar, milletin sürü diye tanımlanan kesimi tarafından seçilmiştir) geçici süre ile gelen, bugün var, yarın olmayan ‘yolcu’ tiplerdir.
Halkın seçtiği demokratik yönetimler, tek başına iktidara gelmiş olsalar bile, yalnızca belediye hizmetleriyle uğraştırılıp gönderilirler. Asla devlete, devletin kurumlarına nüfuz ettirilmezler.
‘İktidarcılık oyunu’ oynatılıp gönderilirler.
Çiftliğin işçileri yandaş particiler olup, bürokratik oligarşinin (gerçek iktidarın) nimetlerinden alabildiğince istifade eden, enseleri kalın yoldaşlardır. Her ortamda ali kıran baş kesendirler.
Milletin çoğunluğunu teşkil eden ‘sürü’ ise zavallı, akılsız, göbeğini kaşıyan, kıllı, bidon kafalı, fukara tiplerdir. Bunlar, yalnızca çalışmak-üretmek ve her denileni harfiyen uygulamak zorundadır.
En önemli özellikleri hadlerini bilmiş (bildirilmiş) olmalarıdır. Bu had, onlara çiftlik sahibi ve onun kâhyaları tarafından bildirilmiştir. Zira bunlar, tek kelime ile köledir ve köle haddini bilmelidir!
Efendileri nasıl isterse, öyle yaşamak zorundadırlar.
Onlar nasıl isterse, öyle inanmak, öyle tapınmak, öyle giyinmek, öyle okumak, öyle yazmak-çizmek-konuşmak vb zorundadırlar. Asla çizmeyi aşamazlar! Buna yeltendikleri an, balyoz (darbe) tepelerine inilir.
Böyle bir çiftliğin sahipleri, kâhyaları ve öz evlat olan mahut işçileri, vesayet sistemini özlemez mi, o özlem için yanmaz mı? Bu uğurda her türlü iftirayı atıp, enva-i çeşit tezviratı yaymaz mı?
Bor’un pazarı geçtiğine göre vesayetçilere düşen, son kantocunun çığlıklarına eşlik etmeleridir:
“Yangın var, yangın var! Ben yanıyorum. Yetişin a dostlar, tutuşuyorum!”
Paylaş