Paylaş
Ülkemizin 100-150 senelik hayallerini gerçekleştirdi. Ülkemizin çehresi değişti; kasaba görünümlü büyük şehirlerimiz, gıptayla baktığımız ve acaba bir gün bizde de olabilir mi dediğimiz Avrupa şehirleriyle yarışır hale geldi.
Artık bir numaralı havalimanı bizdedir, bunun yanında, Türkiye sathında tüm şehirlerimizde havayolu halkın yolu olmuştur.
Hepsinden önemlisi, batıyı imar edip doğuyu ihmal etmedi, bugün batıda ne varsa doğuda da o var. Kırsal ve köy kavramıyla birlikte mahrumiyet bölgesi terimini ortadan kaldırdı; artık şehirde ne varsa, köyde (mahalle) fazlası var.
Yurdun dört bir köşesini bırakın, başkent dediğimiz şu Ankara’nın 20 yıl önceki halini göz önüne getirin, tek kelime ile utanırsınız. Her taraf; dağlar, dereler, vadiler, tepeler gecekondu. Sokaklar çamur deryası, her evde yakılan linyit kömürünün isi ve dumanı adeta karabasan gibi Ankara’nın üzerine çökmüştü. İnsanlar hava yerine zehir soluyordu.
Ülkemize gelen yabancı devlet insanları, baraka şeklindeki Esenboğa Havalimanı’ndan, gübre kokuları içinde arabalarına binip şehrin merkezine giderken yolun her iki tarafındaki manzara (dağ taş gecekondu) bir Afrika ülkesini andırıyordu.
Şehrin merkezindeki bir iki ana cadde boyunca düzgün bir mimari lakin hemen arkalarındaki tüm sokaklar viraneyi andırıyordu.
Teşekkür etmeyi bilmeyen bir kısım nadanın dediğine bakar mısınız? “Yapacak tabii, görevi onun; hem kendi parasıyla mı yapıyor; bizim verdiğimiz vergilerle yapıyor, asıl yapmasaydı suçlu olurdu!”
Erdoğan’dan önce de bir sittin senelik demokrasi tarihimiz var; onlar neden yapmadı, ellerinden tutan mı vardı? Onların görevi değil miydi? Onların dönemlerinde vergi verilmiyor muydu? At binenin, kılıç kuşananın; yiğidin hakkını teslim etmek, insan olmanın gereği değil midir?
Sayın Erdoğan’la sandıkta baş edemeyenler, yalan ve iftira yolunu tuttular. Ne demediler ki: Türkiye’yi İran, Malezya, Suudi Arabistan yapmak istiyor. Amerikancı, ABD politikalarının uygulayıcısı, İhvancı, DAEŞ’çi, Kürtçü, Şeriatçı vb...
Sonuncudan (Şeriat) başlayalım:
Hatırlayın; vaktiyle Menderes’e, Demirel’e, Özal’a Erbakan’a da aynı suçlamada bulunuldu. Bu suçlamayı yapanlar çok gülünç oluyorlar ama gelin görün ki cehaletlerinin bile farkında değiller. Şeriat doğrular demektir; bu anlamıyla herkesin şeriatçı (doğruları savunucu) olması gerekmez mi?. Meşru doğru, gayri meşru ise yanlış anlamında kullanılır.
Şeriatın terim anlamı İslam Hukuku demektir. Malum bizim ülkemiz, eskiden idare edildiği sistemi bırakarak Avrupa hukuk sistemine geçti (İsviçre Medeni Kanunu, Fransa İdare Hukuku, Alman ve İtalyan Ceza ve Ticaret Hukukları vb.) Uğur Mumcu’nun yerinde işaret ettiği gibi; “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, İslam Hukuku’na göre sadece gömülürler, bunun dışındaki tüm hukuk sistemlerini Batı’dan almışlardır.” Devletin yönetim şekli Cumhuriyet’tir. Bunu kimse değiştiremez. Şu halde, Türkiye’de şeriat (din), devlet düzeni olmaktan çıkıp bireysel bir inanç ve hayat tarzı olmuştur.
Onu da benimseyen benimser, benimsemeyen benimsemez.
Unutulmasın ki insanlar layık oldukları idare şekli ve idarecilerle idare edilirler. Demek ki bu toplum sistem olarak Cumhuriyet’i kendisine layık gördü ve ona layık oldu.
Bugün Müslümanların ve her kesim insanın istediği şey, demokrasi oyunu değil, kâmil manada demokrasidir. Yani Cumhuriyet’in demokrasi ile taçlanmasıdır. Dinde zorlama yoktur; devletten beklenen her kesime eşit mesafede durması, kendisinin din dayatmaması ve her kesimin insanca yaşamasını temin etmesidir. Gerçek manada laiklik, tüm toplumun beklentisidir.
İşte Sayın Erdoğan, ülkemiz halkı için maddede ve manada bu mücadeleyi vermektedir. Bir insan inanç hakkını savunuyor ve onu yaşıyorsa, ‘dinci’ olmayacağı gibi, kadın haklarını savununca da ‘feminist’ olmaz. Sözünde ve inancında samimi insan olur.
Paylaş