Paylaş
Politika da çığrından çıkarılan mesleklerin başında geliyor. Şu halde; burada dikkat edilmesi gereken, çığırından çıkaran yani özne (fail) olan insandır.
Politikacı, yalancılığı ve halkı kandırmayı âdet edinirse politika, yalancı mesleği şeklinde algılanır. Hâlbuki toplumları idare sanatı zor olduğu kadar, övülmüş ve kutsaldır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) ‘Bir gün adaletle hükmetmek, altmış yıl ibadetten üstündür’ buyurmuştur.
Bizim toplumumuz, son iki yüz senedir zaten kaht-ı ricali (yetişmiş insan yoksunluğu) yaşıyordu.
Biz bununla da yetinmeyerek, bin bir emekle yetiştirdiğimiz insanımızı da kendi ellerimizle pırasa gibi doğradık.
Darbelere bakıldığında ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılır. Zira her darbede, sağda ve solda ne kadar ışıltılı beyin varsa hemen hepsi köreltilmiş, itilmiş, kakılmış ve ademe (yokluğa) mahkûm edilmiştir.
Darbeler, ilk cinayetlerini Meclis’e karşı işliyor; halkın seçtiklerini siyasetin dışına itiyor, kimilerini darağaçlarında sallandırıyor, kimilerini hapislerde çürütüyor, kimilerine de siyaset yapmayı yasaklıyor.
Böyle bir durumda kim, hangi akla hizmet ederek siyasete heves edebilir?
Süleyman Demirel, başbakanlık koltuğunda otururken, ‘Merhum Adnan Menderes’in darağacında asılı hali gözlerimin önünden gitmezdi’ derdi. Bu ruh haliyle, bu insanlar nasıl hizmet üretebilecek?
Bütün bunlara rağmen hizmet aşkıyla yanan bu insanlar, icraatlarını nasıl yapabildiklerini anlatırken, ‘selden kütük kaparcasına’ diyerek tarif ederlerdi.
Darbe belaları yetmezmiş gibi, üstüne üstlük bir de bu ülkenin sittin (altmış) senesini çalan FETÖ’nün püsküllü belası, üç nesil boyunca tüm ışıltılı beyinleri bizden kopardı, kendi ülkesine ve kardeşlerine düşman etti.
Yerli olsun, yabancı olsun tüm insanlar, şahsiyete meftundur (tutkun). Düşmanın bile şahsiyetlisi, şereflisi makbuldür. Nitekim 40 yıl boyunca Rusya’ya kan kusturan Şeyh Şamil’e üstün şahsiyetinden dolayı düşmanı kılıcını geri vermiş ve kendisine iltifat etmiştir.
Ab-ı hayat, zulümatta (balta girmemiş ormanlar) bulunur derler. O misal, günümüzdeki vatan ve millet aşkıyla yanan, şahsiyetli, sözünün ve işinin eri politikacılar çok çok az olsa da yok değil.
Onları kendi halkları görüp değerlendirdiği gibi, yabancılar da görüyor ve haklarını teslim ediyorlar.
Şahsiyet (onur) karakter meselesidir; o, her tarafı oynayan bedenlere yakışmayan, ağır bir elbisedir.
Dürüstlük, doğru sözlülük, bu halin mihenk taşıdır, bir kişi yalan söylüyorsa çekiver kuyruğunu gitsin! Zira onun başlangıç düğmesi yanlış iliklenmiştir; bundan sonra ağzıyla kuş tutsa tüm yaptıkları mundar (murdar) olup beş para etmezler.
Bundan dolayıdır ki Anka Kuşu (efsanevi iyicil kuş) misali, çok ama çok ender yetişen şahsiyetli, siyaset ve devlet adamlarımızı iyi tanıyalım ve onların kıymetlerini bilelim.
Bizim toplumumuza arız olan diğer bir hastalık da değerlerimizin kıymetini sağlıklarında bilememektir, yaşadıkları esnada haklarını teslim etmemektir.
Öldükten sonra kıymetlerini anlıyor, arkasından ağlıyor, ah vah ediyoruz lakin bunlar bir işe yaramıyor. Derdimize yandığımızla kalıyoruz.
Gidene bir şey olmuyor, olan bize oluyor!
Paylaş