Paylaş
Malum tüm insanlık yarıştaydık, anlamsız şekilde koşuşturuyorduk.
Nereye gideceğimizi, ne yapmak istediğimizi kendimiz de bilmiyorduk.
Ardımıza bakmadan koşuyorduk, dur durak bilmiyorduk.
Dünyayı tanımadan, dünya için koşuyorduk. Zira dünyayı tanısak böyle koşmazdık.
Dünyayı yakalayabileni görmememize rağmen koştuk. Başkaları yakalayamasa da kendimiz yakalarız zannettik. Halbuki dünya, peşinden koşanları, sürekli koşturur ve lakin asla kendini yakalatmazdı.
Yani herkes koştuğuyla kalırdı.
Korona günleri, tüm çekilmezliğine rağmen, insana bu muhasebeyi yaptırdı.
Evinde kalan insan ailesiyle tanıştı, eşim, çocuklarım, annem, babam, kardeşlerim, dost ve akrabalarım var dedi, diyebildi.
Dünyayı rızkı bellemiş ona doğru hızla koşuyordu. Keşke rızkının da kendine doğru koştuğunu görebilseydi.
Zavallı insan, hep ‘desinler’in peşinden koştu, hep, nasıl yaparım da kendimi beğendiririm dedi.
‘Niçin’i hiç düşünmedi, öyle ya, kendisi niçin vardı ve neye memurdu? Bunu aklına bile getirmedi.
Bu yakıcı soruya muhatap olmamak için hep kaçtı, kendinden kaçtı.
Bindiği alametle kıyamete gittiğinin farkında bile olmadı.
Kıyameti ölümüydü, gaflet içindeki koşuşturmayla gerçekte uykudaydı, ölünce uyanacaktı ama... Artık nafileydi, zira iş işten geçmişti!
Evde kalınca düşünme fırsatı buldu: Etrafındaki hiçbir şey boş ve manasız değildi. Kendisi neydi? Bunca mükemmeliyet içinde boş ve manasız olabilir miydi?
Kimdi, nereden geldi, kendi isteğiyle mi geldi, nereye gidiyordu, kendi isteğiyle mi gidiyordu?
Ya, Pascal’ın son anlarında arzuladığı şekliyle filozofların değil, Peygamberlerin haber verdiği Allah varsa ve her şey O’na aitse?
Bizim hiçbir dahlimiz olmadan, bize verdiği bu hayatın hesabını sorarsa -ki, soracağım diyor- ne cevap veririz?
O halde, hesaba çekilmeden, kendimi hesaba çekmeliyim!
Varlık sebebimiz olan sevgiyi bulup tatmalı ve tattırmalıyım. O sevginin bir yansıması olan, anne-babamın beni, bana vermesiyle (onca ihtimam ve meşakkatle) ben olmuştum.
Ben ise onları, şefkat ve merhamete en muhtaç oldukları anda ‘huzurevine’ terk ettim.
Yaptıklarımda yalnız değildim, dünyanın başka yerlerinde de de anne-babalar huzurevlerindeydi. Üstelik bu korona günlerinde, bakıcıları tarafından bile terk ediliyor, topluca ölüyorlardı. Günler sonra, onlarcasının cesetleriyle karşılaşılıyordu.
...Ve insanlık, dehşetle gördü ki, o ceset torbalarında taşınan, anne-babalar değil, gerçekte insanlığın ta kendisi!
Ceset torbasında taşınan insanın dediklerini duyar gibiyim: “Ben de bir ömür boyu, sizin gibi ve hatta sizden daha hızlı koşup durdum. Dünyayı yakalayamadan, dünya beni yakaladı, hem de bir ceset torbasında! Yanımda belediye görevlilerinden başka kimse yok. Onlar da beni bir çukura koyup kireçlemek için varlar. Birlikte yiyip içtiğimiz, eğlenip kahkahalar attığımız, coşup şarkılar söylediğimiz, birlikte üretip birlikte tükettiğimiz en yakınlarımız, eş ve dostlarımız, arkadaşlarımız, çocuklarımız vb hiçbirisi yoklar.
Yalnızım ve dünyalık olarak hiçbir şey götüremiyorum.
Siz, ceset torbalarına girmeyenler! Sizin de bir mızrak boyu kaldı hayat güneşinizin batımına. Bakın hâlâ koşuşturuyorsunuz.
Nasıl koşuşturduğunuz belli ama bana söyler misiniz NİÇİN?.. NİÇİN?.. NİÇİN?..”
Paylaş