Paylaş
Maarif kelimesi de böyledir. Maarif kelimesine kısaca bilgi, kültür ve eğitim sistemi gibi anlamlar verip geçiyoruz; lakin kelimenin kökenine ve terim anlamına baktığımızda, birey ve toplum olarak tüm hayatımızı kuşattığını görürüz.
İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve üstün kılan özellik bilgi sahibi olmasıdır. Dikkat buyurun; kuru bilgi yığınından söz etmiyoruz, insanın kendini ve eşya ve hadiselerin ‘niçinini’ ve ‘nasılını’ bilmekten yani bilge (hâkim) olmaktan bahsediyoruz.
Nitekim yığınla bilgi sahipleri vardır ki kitap yüklü merkepten (eşek) farkları yoktur.
Maarif kelimesinin bir diğer manası da kültürdür. Kültür, tarım demek yani toprağın altını üstüne getirmek; onu havalandırmak, güneşlendirmek, sulamak, mümbit (verimli) hale getirmek manasında...
İnsan da maddesiyle topraktır. Maddesini ve manasını (ruh) mümbit hale getirmek için onu bilginin niçini ve nasılı ile yoğurup, harmanlamak ve onu hayatında tatbik etmektir kültür (maarif).
Kanun maddelerini ezberleyerek avukat olunur, lakin iyi bir avukat olabilmek için kanun maddelerinin ne manaya geldiklerini, onların felsefesini (hikmet), delaletini, gayesini vb. bilmek gerekir.
Ezbere dayanan ve tek tipçi eğitim modeliyle maarifin olmadığı, olamayacağı gün gibi aşikârdır.
Ne demişler: ‘Çeşm-i insaf kadar kamile mizan olmaz.
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz’.
Kültürlü, kâmil (olgun) bir insan için insaf gözüyle bakmak (insaflı olmak) en güzel ölçüdür. Bir kişinin kendi eksikliklerini, noksanlıklarını bilmesi kadar güzel bir irfan (anlayış) olmaz.
Demek ki maarif, öncelikle insana kendini tanıtıyor, böylece kişi kendini (haddini) biliyor.
Kendini (haddini) bilen insan da kâmil (olgun) insan oluyor. Zaten eğitimin de gayesi bu değil midir?
Eğitim kelimesi, maarifi karşılamadığı için başına milli ifadesi getirilmiştir. Yani milli değerlerimizle donanmış bir eğitim modeli arzu edilmektedir.
Müfredatta yapılan değişiklik ile ilk defa ‘milli’ kelimesinin hakkı verilmek istendi. Bu durum aynı zamanda demokrasinin de gereğidir. Zira milletin talepleri, değerleri, özlem ve beklentileri söz konusudur.
Yeni müfredat karşısında, bir de laikliği dillerine dolayanlar var ki, onların gayesi ise asla üzüm yemek olmayıp bağcıyı dövmektir.
Bu kafaya bir kez daha hatırlatalım ki; devletler laik olur, kişiler değil. Devlet, dini kurallara göre yöneltilmiyorsa, yani din işleriyle devlet işleri birbirinden ayrılmışsa o devlet laiktir.
Kişiler inançlı ya da inançsız olurlar.
Devlet, her iki kesime de eşit mesafede durur ve hiçbirini ötekileştirmez.
Laiklik tamam da laikçilik ne oluyor?
Paylaş