Paylaş
Zira o iktidar (DP hükümeti ve TBMM’deki yansıması) Cumhuriyet tarihinde ilk defa halkın hiçbir baskı altına kalmadan, diğer bir ifadeyle milli iradenin hür tecellisiyle vücut bulmuştu.
Önceki CHP iktidarları birçok kez halka rağmen iş yapmış, bu cümleden olarak da ezanı ‘Türkçe’ okuma zorunluluğu getirmişti. Halk bu durumu hiçbir zaman benimsemedi ve affetmedi, bu yüzden çok insan darp edilip cezalandırıldı.
Menderes ise halkın bu isteğine uydu ve kanundan yalnızca ‘yasaklığı’ kaldırdı. Yani “Dileyen Türkçe, dileyen de aslına uygun şekilde Arapça okuyabilir” dedi.
Halkın özleminin şiddetine bakın ki, o gün bugündür ezanı herkes aslına uygun şekilde yani Arapça olarak okudu ve okuyor, hiç kimse Türkçe okumadı ve okumuyor.
Ezan, İslamiyet’in adeta parolasıdır; dünyanın neresinde olursa olsun ve oradaki yöre halkı hangi dili konuşursa konuşsun ezanlar hep asli lisanı üzere okunur.
Bizde maalesef devletin laik yapısını şahıslarına indirgeyen ve laikçi kesilen bir zümre var. Bunlar, kendi inanç şekillerini veya inançsızlıklarını halka dayatmayı laikliğin bir gereği olarak görürler. Nitekim geçenlerde ölen bir eski Genelkurmay Başkanı, 28 Şubat’ın MGK’sında aynen şöyle demiştir: “Laiklik ilkesinin bozulması, ezanın Türkçe okunmasından vazgeçilmesiyle başladı.”
Oysa laiklik din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil miydi? Milletin dininden yahut dinsizliğinden devlete ne? Herhangi bir inanca sahip olanların inançlarının gereğini yapmasından, istedikleri dilde ibadet yapmasından daha tabii ne olabilir?
Devlet kilisedeki veya havralardaki ibadet diline karışıyor mu? “Latince veya İbranice yapamazsınız” diyor mu? Onların ibadet dilleri laikliği zedelemiyor da Müslümanınki neden zedelemiş olsun?
Ama bu durum böyle görülmedi ve halka “Böyle inanacaksın, böyle ibadet yapabileceksin, böyle ezan okuyacaksın, kurban derilerini şuraya vereceksin” ve hatta daha da ileri giderek Müslüman kadınlara “Şöyle başörtü takacaksın” vb denilerek dayatıldı.
Bu yüzden halkımız kutuplaşarak ayrıştı.
Yine bu yüzden devletle milletin arası açıldı.
Her ne vakit sivil demokratik yönetimler halkla devletin arasındaki buzları eritmeye başlayıp halkın özlem ve beklentilerine karşılık vermeye çalışsa, ya darbeye ya da muhtıraya hedef olurlar.
Adeta gizli bir el, devletle milletin barışmasını istemiyordu.
Başvekil Adnan Menderes’i ve iki bakan arkadaşını, milleti içine sıkıştırılmış olduğu cendereden çıkardıkları için kararları önceden verilmiş, yasalara ve Anayasa’ya aykırı olarak kurulan düzmece bir mahkemede sözde yargılayıp astılar.
Yassıada komutanından subayına, savcısından hâkimine, doktorundan yalancı şahitlerine ve bu ‘tiyatroyu’ izlemek için davet edilen zevata değin yığınla insan müsveddesinin hukuku ayaklar altına alıp katlettiği meşum (uğursuz) ve kelimenin tam anlamıyla yaslı bir ada idi.
Bu milletin seçilmiş yüzlerce insanına aylar boyunca yapılan hakaret, işkence ve iğrençliklerden yalnızca ikisini yazalım da insanlık yaratılalı beri ne gelmiş ve ne de gelebilecek böylesine aşağılık, soysuz, çukur insan müsveddelerinin ham ervahına siz de tükürün ve onları lanetle anın!
Yassıada’ya tıkıldıktan aylar sonra, sanık avukatları adaya götürülür. Avukatlar müvekkilleriyle görüşürken, yandaki odadan çıkan Menderes bunlarla yüz yüze gelir. “Sen nasıl müsaadesiz kapıyı açar ve içeri girersin” diyen bir sözde subay (deniz yüzbaşı) Menderes’i avukatların yanında bin bir azar ve hakaretle tokatlar...
Aynı Menderes, idama götürülmeden birkaç saat önce, sağlık muayenesinden geçirilir. Bu esnada yine bir askeri tabip Menderes’e prostat muayenesi yapmak ister. Menderes utandığını söyleyip yaptırmak istemese de onu aşağılamak için bu eylemi yaparlar.
Merhum Özal çıkardığı yasayla Menderes ve arkadaşlarının iade-i itibarlarını sağladı, naaşlarını İmralı’dan İstanbul’a naklettirdi ve kendileri için anıtmezar yaptırdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da o uğursuz adayı demokrasi uğruna canlarını vererek şehit olanlar (Adnan Menderes ve arkadaşları) ve türlü işkenceler altında çeşitli cezalara çarptırılanlar anısına, Demokrasi ve Özgürlükler Adası yaptı.
Peş peşe darbelere maruz kalan Sayın Erdoğan bununla da yetinmedi. Bu utançtan kurtulma adına Anayasa ve kanunlara aykırı olarak kurulan o sözde mahkemeyi ve onun verdiği tüm kararları yok sayan, eski tabirle ‘keenlemyekün’ kılan, yani hiç olmamış gibi addeden bir yasayı Meclis’ten geçirtti.
Yasa, Meclis’ten bütün partilerin katılımıyla ve oybirliğiyle geçti.
Ne diyelim, milletimizin bu kesin tavrı darbecilere ibret olsun ve Allah cc bir daha bu millete darbe utancını yaşatmasın!
Paylaş