Paylaş
İnsanlar dünyaya belli bir süreliğine gönderilirler; diğer bir ifadeyle dünya yol, insanlar da o yolun yolcularıdırlar. İnsanın asıl konaklayacağı yer ise, sonsuz yaşayacağı ahirettir.
Allahü Teâlâ dünyadaki konuklar arasından üç kesim insanı kendi misafiri olarak kabul etmiştir. Bunlar gaziler, hacılar ve umre yapanlardır. (Hadis-i şerif meali).
Allahü Teâlâ kulu, dostu ve Peygamberi olan Hz. İbrahim aleyhisselama hitap ederken ‘Evimi, kendisini tavaf ve secde edenler için temizle’ buyurarak Kâbe ismindeki ‘Ev’i kendisine ait kılmış, sonrasında da o evin insanlar için yapılmış ilk ibadethane olduğunu bildirmiştir.
İşte, Allahü Teâlâ’nın kendisine konuk olarak seçtiği üç sınıf insandan ikisi, ilk ibadethane olan Kâbe’yi ziyarete gidenlerdir. Her ev sahibi, konuklarına sahip olduğu şeylerin en iyilerinden ikram eder.
Kul planında misafir, umduğunu değil, bulduğunu yer.
Allahü Teâlâ’ya misafirler olanlar (hacılar ve umre yapanlar - Kâbe’yi ziyaret edenler) ise umduklarına değil, hayal edemedikleri nimetlere kavuşacaklar. Zira Rabbimizin hazineleri sonsuz ve vermekle eksilmiyor, üstelik ikram etmekten çok hoşlanıyor.
Allahü Teâlâ Al-i İmran Suresi 96 ve 97. Ayet-i kerimelerde mealen: ‘İnsanlar için yapılmış ilk mescit, mübarek Mekke’dir. Orası insanlar için hidayet kaynağıdır. Orada apaçık ayetler ve İbrahim’in (aleyhisselam) makamı vardır. Oraya giren kimse güvendedir. İnsanların, evini ziyaret etmeleri Allahü Teâlâ’nın onların üzerindeki hakkıdır’ buyurmaktadır.
Muhyiddin ibn Arabi’nin anlatımıyla; ‘...Bu sebeple Allahü Teâla, Kâbe’yi Arş’ın benzeri ve örneği yaptığı gibi, onu tavaf eden insanları da (ayette zikredildiği gibi) ‘Arş’ın etrafında dönerek O’nu öven’ meleklere’ benzetmiştir. (Zumer Suresi, 75. Ayet meali.)
Başka bir ifadeyle melekler, Allahü Teala’nın övgüsünü dile getirir. Bizim tavaf esnasında Allahü Teala’yı övmemiz ise onların övmeleriyle karşılaştırılmayacak kadar üstündür.
Hac, umre ve kurban ibadetleri hep Allahü Teâla’ya yakınlık, O’nun bağışlamasına mazhar olmak (kavuşmak) ve sevgisine layık olmak içindir. Zira Allahü Teâla; ‘Kimse bana farz kıldığım (emrettiğim) şeylerden daha sevimli bir şeyle yaklaşmamıştır’ buyuruyor.
Binbir endişeyle uçurumun kenarında dolaşan ve düşmelerine ramak kalan kullarını kementle kendine çeken ve onları sonsuz nimetlere kavuşturan Rabbimizi ne kadar övsek ve O’na ne kadar şükretsek azdır.
Sadece görme nimetine bedel olarak, bir ömrü secdede geçirsek bile onun karşılığını vermiş olmayız. Bundan dolayıdır ki Cennet, hiçbir ibadetin karşılığı değildir; tamamen Allahü Teala’nın lütfu, keremi ve ihsanıdır.
İnsana bahşedilen sayısız hücrelerin her biri dile gelse, cenab-ı Hakk’ın vermiş olduğu nimetlerin binde birinin şükrünü eda etmiş olamaz.
Yazının başında insanın muhtaç olarak yaratıldığını ifade etmiştik. İyi ki muhtacız, aciziz ve yakarış halindeyiz. Zira muhtaç olmasaydık azardık. İnsan her an ve her haliyle Allah’a muhtaçtır; bu bilinçte olup bu durumu içselleştirmelidir.
Böylece insan, kul olduğunu anlar ve haddini ve kendini bilir; kendini bilen de Rabb’ini bilir.
Aksi halde haddi aşar ve azgınlaşır ve böylece hem dünyalarını ve hem de ahiretlerini perişan ederler.
Azgınlaşan ve Rabb’ini unutan günümüz insanlığının mutluluğu mumla araması bundan dolayıdır.
Sevgili okuyucularımın Kurban Bayramlarını en kalbi dileklerimle kutluyor ve hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Paylaş