Paylaş
İşin püf noktası burada. Onlar bizim gibi demokrasicilik oynamıyor, vesayetle idare edilmiyor ve daha önemlisi demokrasi tarihlerinde ‘darbe’ nedir bilmiyorlar.
Biz ise 1960 yılında dağıttığımız bilyeyi hâlâ tam manasıyla toplayabilmiş değiliz.
Halk, 1965 seçimlerinde ihtilalcilere tokat mahiyetinde bir ders verdi; yıktıkları DP’nin devamı olan AP’yi tek başına iktidara getirdi, bu durum 1969’da tekrar etti.
Türkiye, 1965-1970 arası yüzde 5 kalkınma, yüzde 7 enflasyonla iyi bir trend yakalamışken tek başına iktidarda bulunan S. Demirel hükümeti ‘muhtıra’ ile görevden uzaklaştırıldı.
Halbuki daha on sene önce bu ülkenin seçilmiş başbakan ve bakanlarını boğmuşlardı, bu kanlara doymadan yeniden milli iradeye kast edildi.
Sözde partiler üstü (gerçekte CHP’li) karakuşi hükümetler oluşturuldu. O arada Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın görevi sona ermişti, yeni bir cumhurbaşkanı seçilmeliydi.
Asker, kendi komutanını (Faruk Gürler) istifa ettirip seçilmesi için siyasi parti liderlerine dayattı. TBMM’de turlar dönüyor lakin Gürler, gerekli olan oyu bir türlü alamıyordu.
Meclis’in locaları generallerle doluydu. Askersiz olamayacağını bilen biçare S. Demirel, emekli olan ve Bakırköy’de evinde oturup habersiz duran Fahri Korutürk’ü Cumhurbaşkanı seçtirdi. (6 Nisan 1973)
Hemen ertesi gün ‘teknokrat hükümet’in (ne demekse) başı olan Ferit Melen istifa etti.
Zavallı Korutürk görevi boyunca hep hükümet bunalımlarıyla uğraştı. Düşünebiliyor musunuz, 7 yıl içinde 8 ayrı hükümet kuruldu. Naim Talu ve Sadi Irmak’ın oluşturduğu iki ayrı ‘teknokrat hükümet’in yanında Ecevit ile Demirel de üç ayrı hükümete başkanlık etti.
Bu süre içerisinde 16 kez hükümet bunalımı oluştu.
Böylesine istikrarsız bir ortamda günde 11 saat elektrikler kesiliyordu. Türkiye, Bulgaristan’dan elektrik alıyordu. Borcunu ödeyemediği için Bulgarlar elektriği kestiler, kesinti 16 saate çıktı.
Borç ödenemediğinden Irak, petrol boru hattını kapattı.
Ecevit, dünyanın hiçbir yerinden kredi bulamadığı için Türkiye’nin sahip olduğu tarım ürünlerini kredi karşılığı bir ABD bankasına rehin verdi.
Bu arada ülkenin dört bir yanında terör can almaya, ortalığı yakıp yıkmaya devam ediyordu. Üniversitelerde boykotlar, fabrikalarda grevler ve işçilerin kendi fabrikalarını kundaklamaları gırla gidiyordu.
Ülkede sıkıyönetim olmasına rağmen, asker olayları seyretmekle yetiniyordu.
Enflasyon üç haneli rakamlara çıkmış, yapılan korkunç devalüasyonlarla TL pula dönmüştü.
Zenginlik bile para etmiyor, sahip olduğumuz fabrikalar çalışmadığı gibi bir gecede yapılan kur ayarlamaları ile yüzde 50 daha fakirleşiyorlardı.
Ülkede günde 50’ye yakın kişi teröre kurban verilip kan gövdeyi götürürken darbe yapıldı ve hemen ertesi gün terör bıçak gibi kesildi!
Sıkıyönetim zaten vardı, neden o vakit yapmadınız denildiğinde, darbecilerin verdiği cevap çok manidardır: “Olgunlaşmasını bekledik!”
Olgunlaşmasını bekleyen, ABD’nin içimizdeki ‘bizim çocuklar’ı yaptıkları darbeyle efendilerinin gözünde ‘iyi iş çıkarmış’ oluyorlardı.
Damdan düşen birisi olan Süleyman Demirel ve onu takip eden Turgut Özal, var olan parlamenter sistemle bu işin gitmeyeceğini gördüler ve başkanlık sistemine geçmek için adeta can attılar.
Ama başaramadılar.
Tüm bu sıkıntıları yaşayarak gören iki lider (Erdoğan ve Bahçeli) el ele verdi ve başkanlık sistemini getirerek ülkenin önünü ve ufkunu açtılar.
İşte Türkiye, geçtiği yeni başkanlık modeliyle yukarıda özetlemeye çalıştığımız tüm bu kepazeliklere set çekti.
Vesayetten ve uydu olmaktan kurtuldu, bölgesinde artık yön verilen değil yön veren ülke konumuna geldi.
Sistemin eksikleri yok mu? Elbette var ama mühim olan trenin rayda olmasıdır.
Eskiden olduğu gibi, treni raya sokmak için yıllarımızı vermiyoruz. Diğer bir ifade ile patinaj yapmıyoruz.
Eksiklikleri görüp giderecek ve hızla yolumuza devam edeceğiz.
Paylaş