Paylaş
Birbirimiz için yaşadığımız dönemlerde her şeye malik iken, bencilleşip yalnızca kendimiz için yaşadığımız bu dönemde neye malikiz ki?
İyilik yapmak zorunda olmasak da, kimselere kötülük yapmamak zorundayız.
Kimsenin kötülüğünü isteyemeyiz.
Bizim kültürümüzde bir başkasının uğradığı kötülüğe, sıkıntıya, hastalığa vb. asla sevinilmez. Zira kişi bilir ki, o sevindiği musibet kendi başına gelmeden ölmez!
“Gülme komşuna, gelir başına” diye boşuna söylememişler.
Politika, gözlerimizi öylesine kör etmiş ki ne herhangi bir değer tanıyoruz ve ne de gerçeği görebiliyoruz. Herhangi bir hadiseyi, politik olarak değerlendirmemizin özeti şudur: Ya iftira atıyor, ya olduğundan çok büyük gösteriyoruz ya da olduğundan çok küçük değerlendiriyoruz
Yani politik bakış açımız, şaşı.
Sayın Erdoğan’ın sağlık durumu, eskiden beri tartışma konusudur. Oysaki gelmiş ve geçmiş tüm siyasi liderlerden yalnızca Erdoğan sporcudur. Malum kendisi uzun yıllar İETT’de profesyonel olarak futbol oynamıştır.
Sağlıksız bir insan, futbol oynayabilir mi, böyle birisini profesyonel bir spor kulübünde istihdam ederler mi?
Dünya ülkeleri arasında en uzun süre iktidarda kalabilen lider, Sayın Erdoğan’dır. İçeride olsun, dışarıda olsun Sayın Erdoğan kadar koşan, gece gündüz demeden çalışan bir lider gördünüz mü?
Seveni, sevmeyeni, herkes “Bu adam bu tempoya nasıl dayanıyor?” diye sormuyor mu?
Sağlıksız bir insan bu denli yoğun bir tempoyu sergileyebilir mi?
2006 yılında, kapıları kilitlenen Erdoğan’ın makam aracının camı kırılarak kapı açılabilmişti. O arada kan şekeri düşen Erdoğan da Güven Hastanesi’ne kaldırılmıştı.
Mahut çevreler, ‘Erdoğan sara hastası’ diye tutturdular.
Aynı günün akşamında bir grup gazeteci arkadaşla Ankara’da yemekteydik. Erdoğan karşıtı yazar bir arkadaşımız, ısrarla ‘Erdoğan sara hastası’ diye tutturdu. Bu yazar arkadaşımızın çalıştığı gazetenin genel yayın müdürü, ‘Bilmediğin şeyde neden bu kadar ısrar ediyorsun; bak Fuat onun çocukluk arkadaşı, ona soralım, bir şey varsa o bilir’ dedi.
Ben de, on bir yaşından beri kendisiyle beraber olduğumuzu, orta ve liseyi aynı okulda, aynı sıralarda okuduğumuzu, ikimizin de okulumuzun futbol takımında oynadığımızı, kendisi hakkında ileri sürülen ‘sara’ gibi bir hastalıkla yakından ve uzaktan bir ilgisinin bulunmadığını söyledim.
Ben ne söylesem söyleyeyim, o yazar arkadaşımız kendi yalanında ısrar etti.
O günden beri FETÖ’cüler de malum, ‘Erdoğan kanser hastası’ diye sürekli yazıp çizip söylediler, hâlâ daha da söylüyorlar. İçerideki insanlarını umutlandırmak için; ‘İki ay ömrü kaldı’, ‘Üç ay ömrü kaldı’ diyerek, Erdoğan’a sürekli ömür biçiyorlar.
Bu aşağılık tipler, ‘İki saat içinde ölsün’ diye beddua seansları yapmaktalar.
Aradan 15 yıl geçti, Sayın Erdoğan yıldırım hızıyla çalışmaya devam ediyor; bu insan müsveddeleri utanmadıkları gibi, geri adım da atmıyorlar.
Erdoğan’ın ölümüyle, kendilerine gün doğacağını biliyor ve bunu sabırsızlıkla bekliyorlar. Zira bu ülkeyi herkesin at oynatabileceği arena zannediyorlar.
O, vesayet dönemindeydi; o günler çok gerilerde kaldı. Artık bir Erdoğan ölse bile bin Erdoğan’ın doğacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Halbuki ömür, cenab-ı Hakk’ın takdiridir. Ecel, herkes için vakitlidir. O, ne bir an ileri gider ve ne de bir an geri kalır.
Sayın Erdoğan’a sürekli ömür biçenler, ölümün kendileri için de mutlak olduğunu hiç düşünmüyorlar mı?
Muhakkak (mutlak) olacak şeyi (ölüm), olmuş bilmek ve ona göre yaşamak ve hepsinden önemlisi ibret almak gerekmez mi?
Paylaş