Paylaş
Erdoğan’ın şansı mı, şanssızlığı mı bilinmez; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine geldiğinde de İstanbul tek kelime ile viraneyi andırıyordu.
Çamur deryası yolları çöp dağları kaplamıştı, sular akmıyor, hava kirliliğinden şehrin havası solunamıyordu. CHP yönetimindeki İstanbul’da bir damla yağmur bile yağmamıştı.
Erdoğan’ın kaderi, vaktiyle İstanbul’u da bilahare Türkiye’yi de perişan bir halde teslim alması oldu.
İstanbul’daki hummalı çalışması ve yerlerde sürünen kenti ayağa kaldırması, bir bakıma şahsının ve partisinin de şansı oldu. Zira İstanbul’daki çalışmayı takdir eden millet onu ve partisini tek başına iktidara taşıdı.
Erdoğan ve arkadaşları aynı hummalı performansı merkezi idarede de gösterdi ve kısa zamanda Türkiye’yi de ayağa kaldırdı.
Erdoğan’dan önceki Türkiye’de devletle halk kavgalıydı. Devlet, halk için değil, halka rağmen iş görüyor ve milleti canından bezdiriyordu.
Başörtülü kızlarımız üniversitelere alınmıyor, okuluna girmek isteyenlere akla hayale gelmedik baskı ve işkenceler yapılıyordu.
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir perdesi arkasında saklanan sahte Kemalistler, bu vatanın evlatlarını okutmamak ve bilimin ışığından yoksun kılmak için ellerinden gelen her türlü fenalığı sergiliyorlardı.
İmam-Hatipliler bahane edilerek tüm meslek liselilere üvey evlat muamelesi yapılıyor, zulümden kaçan on binlerce öğrenci yabancı ülkelere giderek okumak için çırpınıyordu.
Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı maharet bilen faşist bir zihniyet, inancını yaşamak isteyen Türk çocuklarına hayatı zehrediyordu.
Ciğerparesi sevgili evladını vatanı uğruna şehit veren o mübarek annelerimiz başörtülü diye tören alanlarına alınmıyor, hasbelkader içeri girmiş olanlara ise hakaret edilerek başörtüleri çıkarılmak isteniyordu.
Halbuki daha dün, o mübarek annenin mukaddes başörtüsüne el uzatan Fransız askerinin leşini seren Sütçü İmamlar, Kurtuluş Savaşı meşalesini şehadet şerbetini içerek yakmışlardı.
Başlarını açtırmamak için düşmana direnen ve şehit olan bu vatanın evlatlarına yapılan bu uygulamalar reva mıydı?
Askerin içine çöreklenmiş bir avuç vesayet artığı tiplerin yaptıkları yüzünden, halkı, Peygamber Ocağı diye bildiği o mukaddes yuvadan soğuttular.
Ciğerparelerini kına yakarak kınalı kuzuya çeviren ve güle oynaya şehit olması için uğurlayan o mübarek ana-babalara hakaret ederek, aşağılayarak devletlerinden küstürdüler.
İşte Erdoğan büyük bir başarıya imza atarak, halkla devletin arasını buldu ve ülkeyi normalleştirdi.
Düşünebiliyor musunuz, başörtüsü diyerek bu ülkede devlet, onlarca yıl boyunca halkıyla savaştı.
Artık her yerde ve her meslek grubunda başörtüsü takmak serbest, isteyen takar isteyen takmaz.
İsteyen inanır, isteyen inanmaz, isteyen inancını yaşar isteyen yaşamaz.
İstikbalin tarihçisi, Erdoğan’ı, demokrasiyi kuvveden fiile çıkaran, başka bir deyişle halkın özlem ve beklentilerini yerine getiren ve devletiyle halkını barıştıran ‘milletin adamı’ diye yazacaktır.
Paylaş