Paylaş
Vaktiyle CHP’nin tek parti zihniyeti ile oluşturduğu dikta rejimi, ülkede bürokratik oligarşiyi iyiden iyiye yerleştirdi. Bu durum, Osmanlı’nın son dönemlerinde, özellikle İttihat ve Terakki döneminde idarenin halka baskısı ve dayatması ‘zorba yönetim’ şeklinde uygulanmıştı.
1946’dan itibaren çok partili, 1950’den itibaren de ‘kısmi-vesayete tabi’ demokrasiye geçmemize rağmen idarede hep bürokrasinin borusu ötmüş, tek başlarına hükümet kuran iktidarlar bile asla muktedir olmamış, olamamıştır.
Diğer bir deyişle, vesayetle malul demokrasi dönemimizde, asker ve sivil bürokrasi hancı, şu veya bu şekilde gelen tüm hükümetler ise yolcu olarak görülmüştür.
Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki yeni dünya düzeninde Türkiye, yaptığı anlaşmalarla hem maddede ve hem de manada ABD’nin güdümüne sokulmuştur. Buna bir de Türkiye’nin NATO’ya girişi eklenince ABD, devletin kılcallarına değin nüfuz etti. (FETÖ)
Bundan böyle, Türkiye için vesayetin ağababası ABD olmuştur. Artık Türkiye için, ABD ne derse o olacaktır. Türkiye’nin ABD’ye karşı ‘Hayır’ diyebilmesi asla söz konusu değildir.
Menderes, Demirel, Ecevit, Erbakan başbakanlıkları dönemlerinde ABD’nin ihanetlerini gördüklerinde, sadece bir veya iki konuda ABD’ye rağmen iş yapmaya giriştiklerinde başlarına gelmeyen kalmadı.
Kimine darağacı boylatıldı, kimine iktidar yerine ateşten gömlek giydirildi, kimi iktidardan uzaklaştırıldı, kimine ise partisi kapatılıp siyaset yasağı getirildi.
ABD, içimizde tüm bu denli melanetleri işlerken hep askeri ve sivil bürokrasi ile ortak hareket etti. Yani gerçek muktedirlerle (kendisinin ‘lider’ bellediği kişilerle) iş tuttu. (Darbelerde ABD’li yetkililerin ‘Bizim çocuklar başardı!’ diye tanımladığı malum kişiler)
Aynı kesimlerle el ele vererek, on yılda bir darbe yaparak, milletin seçtikleri ve millet cezalandırıldı ve topyekûn bir millet istenilen hizaya çekildi.
Tüm bu uğursuzluklar sergilenirken, biz millet olarak parlamenter demokrasiyle idare edildiğimizi zannettik. Halbuki demokrasi adına, bize ‘hükümetçilik’ oynatılıyordu.
ABD, Batı FETÖ ve PKK’yı başımıza bela etti, içeriden ve dışarıdan bütünüyle kuşatıldık.
Uslu uslu oturmazsan ve her istenileni harfiyen yerine getirmezsen kırk satır mı kırk katır mı denilerek, ölümlerden ölüm beğenmemiz istendi.
İşte Sayın Erdoğan, böyle bir gidişe ‘Dur!’ dedi. Böyle gelmiş ama böyle gitmez diyerek, devletimizin hür ve var olma mücadelesini başlattı. Bunu yaparken serden geçip kefenini giydi. Tek dayanağı Rabbi ve inançla ardına düşen milletiydi.
Böyle bir milli lider, elbette ABD’nin ve onun dünyadaki yardakçılarının hedeflerinde olacaktır. Bu yüzden, Türkiye’ye karşı ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Bu durumu bir dereceye kadar anlamamız mümkündür zira Türkiye’nin, özellikle savunma sanayiinde geldiği nokta, onların gözlerini korkutuyor.
Peki, içimizdekilere ne oluyor dersiniz? Onlar neden ABD’nin dümen suyuna gidiyorlar? Hem de ‘muhalefet’ adı altında, hepsi el ele vererek Erdoğan’ı ‘İstemezük’ diyorlar.
Bunlar iki husus için bir araya getirildi: Erdoğan gitsin ve vesayet sistemine yeniden dönülsün.
Halbuki atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti!
Paylaş