Paylaş
Önceleri; mahut bürokrasi, halife (Peygamber vekili) de olan padişahları katlederek had bildiriyordu! Daha sonraları ise, padişahların yetkilerini kısarak ve hal’ederek (zorla tahtından indirmek) had bildirdi!
Zira Tanzimat’la birlikte, ‘Gâvura gâvur denmeyecek ve padişahlara hadleri bildirilecekti!’
Sultan Abdülaziz’i katlettiler, Sultan Abdülhamid’i hal‘ettiler. Artık yeni gelen sultanlar, yetkisiz ve adeta kuklaydı. Tüm yetkiler, zorba bürokratlardaydı, onlar da bunu tepe tepe kullandılar.
Yaptıkları zulümle, ‘diktatör’ dedikleri Sultan Abdülhamid Han devrini mumla arattılar.
4 milyon kilometre kare dolayındaki vatan toprağını Haymana Ovası’na sıkıştırıp paramparça ettiler. Her metrekaresi şehit kanıyla yoğrulmuş vatan toprakları, tek kurşun atılmadan düşmana teslim edildi.
Osmanlının son döneminde iktidara gelip vatanı parçalayıp milleti perişan eden İttihat ve Terakki Partisi ve onların oluşturduğu memurin zümresi (asker ve sivil bürokrat) ile Cumhuriyet dönemindeki tek parti (CHP), özellikle İnönü’nün başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı dönemlerinde oluşturulan ceberut bürokrasi, kelimenin tam anlamıyla Ali kıran baş kesen olarak hükmünü icra etmiştir.
Millete tepeden bakılır, horlanıp aşağılanır, itilip kakılır ve onun değerleriyle alay edilirdi.
Halkın seçtiği ve kendisine yaptığı hizmetler karşısında sevgiyle bağlandığı Menderes, Özal ve Erdoğan, mahut bürokrasinin ve onların ağa-babalarının gözünde hep diktatördür, karşı devrimcidir.
Bunu kendileri de (eski bir Genel Kurmay Başkanı) itiraf ettiler ve dediler ki: ‘Menderes’in asılmasının sebebi ezanı Arapça okutmuş olmasıdır!’
Halbuki Menderes, ezanı Arapça okutmak için dayatmamıştır; ‘Okunabilir’ demiştir ve bu şekilde diyenlerin arasında CHP’li vekiller de vardır. Zira çıkarılan kanunda, şu şekilde ‘Okunur, okunmalıdır’ diye bir zorlama hükmü yoktur; dileyen istediği şekilde okuyabilir.
İşte Menderes’in bu şekildeki demokratik tavrını sindiremeyenler, darbe yaparak ondan ve onu seçenlerden intikam almış ve hadleri bildirilmiştir!
Tüm renkleriyle kendilerinden olan ve tıpatıp kendileri gibi düşünen Süleyman Demirel bile bunlara yaranamamış; başbakan ve cumhurbaşkanı olmasına karşın, bunların gözünde ‘Çoban Sülü’ olmaktan kurtulamamıştır.
Bürokratik zihniyet kendilerini aydın, halkı ise zifiri karanlıkta kalmış kara cahiller yığını olarak görmüş ve kendilerinin oyu ile halktan birisinin vereceği oyu eşit kabul etmemiştir. Bu yüzden halkın seçtikleri, hangi makamda olurlarsa olsunlar, bunların gözlerinde değersizdirler.
Halbuki kara cahil dedikleri halktaki basiret, bunların profesörlerinde bile yoktur.
Bakınız¸ CHP İl Başkanı’nın hakkında Yüksek Mahkeme’nin onadığı karar bile bunların gözünde siyasi bir karar oluyor. Yine bunlara göre bu karar, millet adına değil, saray adına verilmiş oluyor.
Kararın siyasi olmasının nedeni, ilgili kişinin siyasetçi olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa siyasetçilerin, siyasetçi olmayanlara nazaran suç işleme özgürlükleri mi var?
Bu hatun kişinin, Erdoğan’ın annesine küfrederken ve ağza alınmaz hakaretleri yaparken, siyasi kişiliği yüzünden, suç olan ve mahkûmiyet gerektiren bu eylemleri görmezden mi gelinmeliydi?
Hani kanun önünde herkes eşitti? Malum zihniyetin ‘eşitliği’ bir tık üstte mi oluyor?
Halka tepeden baktıkça, halk da bunlara sandığın dibini gösteriyor!
Sandıktan değil ama yandaşları olan darbeciler marifetiyle, her seferinde kuyulardan çıkarıldılar.
Artık cumhurbaşkanını da halk, bizzat kendi elleriyle belirliyor. Kimse boşuna darbe beklemesin!
Yapılacak tek şey; bütün bunlardan ibret alıp halkın yüksek katına çıkmanın yollarını arayıp bulmak ve onunla bütünleşmektir.
Zira siz yukarıdan baktıkça, asıl, millet sizi yok sayıyor ve sandığa gömüyor!
Baksanıza, sittin senedir, ne uzuyor ne de kısalıyorsunuz; neden acaba?
Bir düşünün bakalım!
Paylaş