Paylaş
Evet, NATO, komünizm tehlikesine karşı kurulmuştu lakin koruyucu ve kollayıcı postuna bürünen, başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerden bizi kimin koruyup kollayacağını düşünememiştik.
ABD bizi Sovyetler’den koruyacaktı ama ABD’den ve diğer NATO ülkelerinden bizi kim koruyacaktı?
Bunu düşünemediğimiz ve karşı önlemlerini almadığımız, alamadığımız için, NATO’nun ileri karakolu olmaktan başka bir işlevimiz olmadı.
Ne insanımızı istediğimiz şekilde yetiştirebildik ve ne de teknolojimizi ve özellikle savunma sanayimizi kurup geliştirebildik. Düşünebiliyor musunuz, koskoca devletimizin Kırıkkale silah ve mühimmat fabrikasında, yalnızca beylik tabancası üretebiliyorduk.
Halbuki aynı silahın çok daha gelişmişini, Karadeniz’in dağındaki Memiş Usta, kendi mütevazı imkânlarıyla ve eğeyle yapabiliyordu.
Bize reva gördükleri mahut parlamenter sistemle, havanda su dövdürdüler ve bizi adeta mankurtlaştırdılar.
Bize uygun bulup, uygulattıkları bürokratik sistemi, Fransa, vaktiyle Afrika’daki sömürgelerine tatbik ettirmiş; sonuçlarını, gayri insani bulduklarından vazgeçmişler.
Bu bürokrasiyle bir adım atabilmenin, bir şey keşfedebilmenin, geliştirmenin ve hatta bir yanlışı düzeltebilmenin imkân ve ihtimali yoktur.
Bir delinin kuyuya attığı bir taştan bahsetmiyoruz, mevzuat dedikleri olguyla, deliler bütün kuyuları taşlarla doldurmuşlardı.
Büyükşehir yasası çıkmadan önce, İstanbul Trafik Müdürü ile konuşurken; bir caddenin trafik düzeninde değişiklik yapabilmek için 22 dairenin (değişik kurum ve kuruluşun) birbiriyle yazışması ve olur vermesi gerektiğini, bunun da aylarca ve hatta yıllarca süreceğini söylemişti.
Bu denli bürokratik engeller içerisinde, sizin, İHA, SİHA, TİHA ve benzerlerini üretebileceğinizi tahmin edebilir misiniz? İnanın; imkânsız gibi bir şey bu. Bunun için, evvelemirde siyasi iradenin ve ayrıca sivil ve askeri bürokrasinin de o iradenin emrinde olması gerekir.
Bunlardan yalnızca bir kurumun taş koyması halinde bile, adım atabilmeniz mümkün değildir.
Hep ‘siyasi irade, siyasi irade’ deyip duruyoruz ya; bize biçilen şekliyle, parlamenter sistemdeki siyasi iradenin yetki alanı son derece sınırlı olup, sadece belediye hizmetleriyle ilgilidir.
Nerede kaldı ki, bir askeri havalimanını, eğitim veya üretim için kullanabilmek...
Merhum Özal, sıkıntının farkındaydı ve bu yüzden Savunma Müsteşarlığı’nı kurmuştu ama gelin görün ki, eski sistemle bir arpa boyu yol alınamadı. Sürekli patinaj yaptırıldı.
Eski sistemde siyasi irade sorumlu lakin yetkisizdi.
Herkesin ‘ağa’ olduğu yerde, hiç kimse sığırı sağamıyordu. “Sen ağa, ben ağa, sığırı kim sağa?” diye boşuna dememişler!
Dost, kara günde belli olur. En lazım oldukları anda, ABD’nin verdiği 5-10 İHA’yı İsrail tamir edip bize göndermiyordu. Elimiz kolumuz bağlı, teröristlerin gelmesini bekliyorduk.
Kötü komşu, insanı mal sahibi yaparmış. Kendi İHA’larımızı, SİHA’larımızı, TİHA’larımızı ürettik ve böylece teröristleri, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, inlerinde vurmaya başladık.
Başkanlık sistemiyle taze bir başlangıç yaptık, elbette eksiği-gediği var, hem de çok var.
Ama şunu bilelim ki, ilk düğme, eskiden olduğu gibi ters iliklenmedi.
Hiç değilse; bize verilen rolden kurtulduk ve artık senaryomuzu kendimiz yazıyoruz.
Az bir şey mi bu?
Paylaş