Paylaş
Bizde, ne okuduğuna bakmadan, okumuş insana (gazete ve hatta Tommiks-Teksas okuyana bile) aydın denmiştir. Zira kültür adına samyeli estirilen bizden başka bir ülke gösteremezsiniz!
Bizde aydın olmanın şartı kurulu düzene karşı olmak, halkının değerlerini bilmemek ve onlara, biliyormuş gibi yapıp düşman olmak, bir fikre saplanıp kalmak ve kendi doğrusundan başka doğru tanımamak.
Bakınız Attila İlhan, bizim aydınımızı nasıl tanımlıyor: “...Bizim aydınlarımızın önemli bir kesimi, kesinlikle cahildir. Dünyada ne oluyor, ne bitiyor, kesinlikle okumazlar, izlemezler. İkincisi muhakemeden yoksundurlar. Olay gözüne giriyor, onu doğru değerlendirip doğru sonuç çıkartamıyorlar. Aydınlarımızın büyük bir kısmı, inanışlarından önce menfaat peşindedirler. İşin püf noktası bu... Türkiye’nin toplumsal dinamiğinin çok hareketli, çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Avrupa’nın en dinamik ülkesi. Bu dinamizmi büyük ölçüde halkta görüyorum. Aydınlar bitti. Aydın diye bir şey yok Türkiye’de. Çok ciddi bir ‘Kuvayımilliyeci’yim. ABD emperyalizmine bu platformda karşı çıkıyorum.”
Aydının (münevver) ilk işi, kendi medeniyetini, kendi medeniyetinin dinamiklerini bilmek ve bunları sindirmektir. Bundan başka diğer medeniyetleri de bilecek ve bunları, kendi medeniyeti ile kıyaslayıp sentez üretebilecektir.
Aydın (münevver) kendisi aydınlandığı gibi, başkalarını da aydınlatabilecektir.
Günümüzde aydın geçinen tiplere bakınız; hemen hepsinin ortak özelliği, kendi köklerine ihanet etmek ve kurtuluşu, Batı taklitçiliğinde buldum zannetmektir.
Bu yüzden kendilerini ya Amerikan, ya İngiliz, ya Fransız, ya Alman vb. ekolü olarak görürler.
Bu aydın tipinin düsturu ‘Ekmek elden, su gölden’ anlayışıdır. Üretimi ve üretmeyi asla düşünmezler. Erbakan bunlara, ‘makarnacılar’ ve ‘montaj sanayicileri’ derdi.
Başkalarının emeği ile geçinen, burnu büyük, hazırlopçu tipler...
Profesör Dr. Oktay Sinanoğlu ise, “‘El’ ekmeğini elinden alır, suyunu da kurutur!” der ve aynen şöyle devam eder: “Türkiye’nin dış politikası ABD’ye ve Avrupa’ya yalvarmaktan ibarettir.”
Bizdeki aydının yegâne mahareti, hemen her sahada ‘el’e karşı yalvarmak, kendi halkına da tepeden bakmaktır.
Şahsiyetine müdrik olmayan, olamayan aydın tipi, taklitçi olduğundan, çok çabuk devşirilir. Devşirmelerin tipik özelliği ise, düşman kılıcı sallamaktır. Üstelik kendi halkına karşı.
Çare mi? Eğitim, eğitim, eğitim...
Bakınız, ABD, bizden devşirdiği F. Gülen’i kullanarak eğitimde ‘pabuççu muştası’ gibi yandan girip, içimizden on binleri, yüz binleri devşirdi ve kendi halkına düşman etti.
Eğitim derken, bugünkü içi boş eğitimden bahsetmiyoruz. Diline, tarih ve kültürüne sahip, Doğu-Batı muhasebe ve mukayesesini yapan, üretken nesiller yoğurmak zorundayız.
Beyni ve gönlü birlikte aydınlatacak, sağlamlaştırıcı bir eğitime muhtacız.
Japonya yabancı ülkelerdeki misyonlarında çalışan vatandaşlarının küçük çocuklarının eğitimini başkalarına bırakmıyor. Kendi ülkesinden öğretmen gönderip, çocukları Japon kültürü ile yoğuruyor.
Japonya’daki ilkokul çocuklarını Hiroşima ve Nagazaki’ye götürtüp, onlara tarih bilinci aşılıyor.
Dostu düşmanı tanıtıyor.
Bizdeki aydın tipi ise, uşağı olduğu ülkenin ismini söylerken, neredeyse kendinden geçiyor!
Sonuç mu?
Meftunu olduğu ülkeden aldığı emirleri, kendi halkına dayatmak! Böylece halk, bu denli dayatmacıların elinde esir kalırken, halkı esir alan, sözde aydın, zorba takımı da, aşığı olduğu ülkenin elinde esirdir.
Paylaş