Paylaş
Dün de aynı zihniyet, Adapazarı’ndaki Tank-Palet Fabrikasının Katar’a peşkeş çekildiğini iddia etmişti. İddianın yalan, düzmece ve iftira olduğunun delilleri, defaatle gözlerine sokulması rağmen, aynı teranelerini ısrarla sürdürmektedirler.
Savunma sanayimiz, özellikle son on yılda, dünyada parmakla gösterilecek çok üstün başarılara imza attı.
Türkiye’miz, son üç yüz yıldır ilk defa, sahip olduğu çetrefilli coğrafyayı, kendi imkânlarıyla elinde tutabilecek güç ve kuvvete erişti. Bunu nasıl başardı derseniz; cevabı şu atasözümüzdedir: Kötü komşu insanı mal sahibi yapar.
Türkiye’ye dost ve müttefik gözüken; gerçekte ise, ambargolar dahil, kendisine her türlü kötülüğü reva görenler, onu mal sahibi yaptılar.
Bakınız, ABD bizi, ortak olmamıza rağmen F-35 savaş uçağı projesinden çıkardı. Bir milyar iki yüz milyon dolarımızın üstüne de yatmak istedi. Paranın tahsili için Türkiye diretince, ABD görüşmeleri başlatmak zorunda kaldı. Paramızı ne zaman ve nasıl ödeyecekleri belli değil.
Türkiye tank imalatına girişti, dost ve müttefikimiz olan Almanya ile anlaştı. Tankın tüm parçalarını ürettik, iş motora gelince, Almanya yan çizdi, göndermem dedi.
Aynı filmi, on beş sene öncesinde İHA’larda görmüştük. ABD, bize paramızla İHA vermiyor, yazılımı kendilerine ait beş-on İHA’yı tamir için gönderdiğimiz İsrail de bunları onarıp geri göndermiyordu.
Oysa aynı ABD, en sofistike silah ve mühimmatları, bedelsiz olarak, Türkiye ile savaşmakta olan terör örgütlerine boca ediyordu.
Halbuki Türkiye, teröre karşı kıyasıya bir savaş veriyordu, hemen her gün bayrağa sarılı tabut görmek, milletimizi derinden etkiliyordu.
Güya NATO üyesiydik lakin NATO ülkelerinin vekâlet savaşlarına muhataptık. Diğer bir ifade ile Türkiye, kendisine silah ambargosu uygulayan sözde dost ve müttefiki olan ülkelerle savaşıyordu.
Bıçağın kemiğe dayanması şöyle dursun, kaburgalardan girip sırttan çıkmıştı.
Bu ülke Sultan Abdülaziz döneminde dünyanın ikinci büyük donanmasına sahipti, Cumhuriyet döneminde kendi silah ve mühimmatlarını, otomobilini ve uçaklarını üretiyordu.
Mahut dostlarımız, tüm bu işlerden vazgeçmemizi bize dayattılar, biz de (İnönü) tıpış tıpış peki dedik. Kendi silah fabrikalarımızı ellerimizle havaya uçurduk, uçaklarımızı yere gömüp, üzerlerini betonla kapladık.
Dememiz o ki, bu millet, tüm bunları yapabilecek güç ve kuvvete sahiptir lakin onun elini kolunu bağlayan dış ve iç vesayet odakları buna müsaade etmemektedir.
Tüm bu odakların çanına ot tıkayacak siyasi irade olmadan, bu işin yapılması imkânsızdı. Bunun için de hem yardan ve hem de serden geçmek gerekiyordu.
İşte Sayın Erdoğan böyle bir liderdi, çelikten siyasi iradesini sergiledi ve savunma sanayimizi düşmana korku salan, dosta güven veren konuma taşıdı.
Türkiye kendi tankını (motor dahil), uçağını (savaş ve sivil), topunu (obüsler dahil), tüfeğini (makinalı dahil), İHA’sını, SİHA’sını, denizaltısını, uçak gemisini, füzesini, hava savunma sistemlerini, radarlarını, görünmez fırkateynlerini, akıllı bombaları ve bunlar gibi daha nicelerini üretirken, bizim muhalefetten herhangi bir taltif duydunuz mu?
Duymazsınız, duyamazsınız, çünkü bizim muhalefet, dışarıdaki vesayetin içerideki kara sesidir.
Ne duyarsınız, biliyor musunuz?
Deniz topu silahına tenis topu der (Meral Akşener) ve Aselsan satılıyor diye yırtınır (Kılıçdaroğlu ve Akşener). Aselsan, borsaya açık bir şirket, orada yaprak sallansa dünyanın haberi olur.
Sorarım size; satılan Aselsan mı, yoksa satıldı iftirasını atan zift dolu beyinler mi?
İnanın, FETÖ elebaşı, bunları görüp duydukça bana gerek kalmadı deyip intihar edebilir!
Paylaş