Paylaş
AK Parti iktidarına kadarki dönemde Türkiye’de sözde milli irade vardı; Meclis’in duvarındaki ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ibaresinin içi boştu. Zira milli irade, sürekli olarak askeri darbelerle istiskal edilmiş; milletin hür iradesiyle seçtiği vekiller ve onların meydana getirdiği hükümetler düşürülmüş, Meclis kapatılmış, bunlarla da yetinilmeyip bakan ve başbakan düzeyindeki seçilmiş insanlar darağaçlarında idam edilmiştir.
Vesayetle malul (hastalıklı) milli iradenin en üst düzeydeki temsilcisi olan başbakanın (Demirel) şu cümlesi her şeyi anlatsa gerektir: ‘Makamımda otururken Adnan Bey’in (Menderes) idam sehpasındaki hali sürekli gözlerimin önündeydi!’.
Bu denli travmatik haline rağmen Demirel, her şeyi göze alarak kalkınma hamlelerine girişmiş ve bunun bedelini askeri muhtıralara ve darbelere muhatap kılınıp, iktidardan uzaklaştırılarak, sürgüne gönderilmekle ve hatta siyasetten menedilmekle ödemiştir. Belli ki birileri bu memleketin kalkınmasını istemiyor. Dışarıdaki bu vesayet odakları, içeride de kendi sözlerinden dışarı çıkmayacak ‘uşak’ tabiatlı idareciler arzu ediyorlar.
Bu odaklar, özellikle de savunma sanayisinde taş üstüne taş konmasını istemezler. Zira Türkiye güçlenirse karşılarında ‘Osmanlı’yı bulacaklarından ödleri kopar. Dolayısıyla savunma sanayisi hamlelerini engellemek için meşru-gayr-i meşru yapmayacakları çirkinlik ve adilik yoktur. İç ve dış vesayet odakları Erdoğan’ı ve zihniyetini tanıyorlardı. Daha açık ifadesiyle; Erdoğan ve onun zihniyeti iktidara gelirse başlarına bela alacaklarını çok iyi biliyorlardı. Zira daha dün Erbakan’ı iktidardan uzaklaştırabilmek ve başlatılan kalkınma hamlelerinin önünü tıkayabilmek için akla karayı seçmişlerdi.
Erdoğan’ı bildikleri içindir ki; onu, okul kitaplarında yer alan ve rejimin ideologlarından olan Ziya Gökalp’in bir şiirini okuduğu için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’ndan aldılar, siyasi yasaklı kılıp hapse koydular.
İşte Erdoğan o gün bugündür; açık ve gizli vesayetin hüküm sürdüğü gazete manşetleriyle, bürokratik oligarşiyle, her çeşit terör örgütleriyle ve siyaset bezirganlarıyla vuruşa vuruşa bu günlere geldi.
Vaktiyle merhum Turgut Özal da yasakların karşısında dimdik durmuş ve özellikle ülkemizi açık hapishaneye (siz, tımarhaneye diyebilirsiniz) çeviren TCK’daki 141, 142 ve 163. maddelere karşı verdiği mücadele unutulmazdır.
Mahut odakların tehditlerine pabuç bırakmayan Özal aynen şöyle diyordu: “Ölümü göze alan siyasetçinin iki gömleği vardır; biri bayramlık, biri idamlık.’
Risk alamayan ve hatta ölümü göze alamayan siyasetçi idare-i maslahatçıdır; bunlar yalnızca günü kurtarmanın derdindedirler ve asla devrim yapamazlar.
İşte Erdoğan bu riski aldı, ölümü pahasına iç ve dış vesayet odaklarıyla mücadele etti ve demokrasiyi rayına oturttu; milli iradeyi gerçek manada hâkim kıldı.
Bir de şu darbe anayasasından kurtulup gerçek manada demokratik bir anayasaya sahip olabilirsek; böylece pösteki saymaktan büsbütün kurtulacak, devlet ile milletin önü açılmış olacaktır ama...
Paylaş