Fuat Bol

Enerji teknoloji ve milli güvenlik (6)

14 Ekim 2024
Türkiye, enerjide son 20 yılda diğer birçok altyapı alanlarında olduğu gibi rahmetli Özal’ın deyimiyle ‘çağ atladı.

Daha 25 yıl önce, ANAP’lı bakan Cumhur Ersümer döneminde Türkiye kışı soğukta geçirip geçirmeyeceğini tartışıyordu. Veya 1980’ler ile az öncesinde Bulgaristan’dan elektrik satın alarak; onda dahi yetersizlikler ve kesintilerle boğuşarak yaşıyorduk. Üstelik o dönemin elektrik ihtiyacı ile bugünkü kıyaslanamaz derecede farklı idi.

Türkiye, üretme ve tüketmede çağ atladı, ancak acaba ‘enerji verimliliği’ ve ‘israfsız’ akılcı kullanımda aynı derecede bir noktaya geldik mi?

Maalesef henüz gelemedik.

Yaklaşık on yıl önce Taner Yıldız’ın bakan olduğu dönemde, Türkiye ‘dış aydınlatmalarda‘ bir projeye kalkıştı.

Daha önce yerel yönetimlere, Karayolları’na vb. kamu kurumlarına ait olan ve Enerji Bakanlığı’na devredilmiş yaklaşık 17 milyon sokak, cadde, yol, karayolu, otoyol aydınlatma armatürlerinin teknolojik olarak led ile değişimi amaçlandı.

Bu projenin PPP (şehir hastanelerinin yapımında kullanılan Kamu Özel Ortaklığı finansman modeli) ile gerçekleştirilmesi öngörüldü. Hatta verim ölçümü için Ankara Çankaya’da belirlenmiş bir bölgede testler yapıldı. Bir büyük holding ihtiyaç oluşacak led için üretim çabasına girişti. Sonra proje adeta unutturuldu ve ortadan kalktı. Oysa bugün hem 17 milyon sayısı çok daha arttı hem de Türkiye sadece bu örnekteki değil, her benzerdeki ‘tasarrufa‘ fazlasıyla ihtiyaç duyuyor.

Günlerdir özellikle üzerinde durduğum enerji konusunda üretmek; çok tüketebilmek kadar, üretimi akılcı kullanmak da önemlidir.

Yapılarımızda hangi enerji altyapısının kullanıldığını, bunların fazla tüketimi tetikleyen veya kontrol imkânı vermeyen durumda olup olmadığını dahi bilmiyoruz. Enerji kimlik kartı diye oluşturulan uygulama tam anlamıyla yerleşmediği gibi, ötesine dahi geçilmesi, yapıların en teknolojik ve tasarruf etmeyi yönetebilecek hale dönüştürülmesi gerekiyor. Daha bu yola girmedik bile.

Yazının Devamını Oku

Enerji, teknoloji ve milli güvenlik (5)

12 Ekim 2024
ENERJİ konusunu bir kez de kent ulaşımı ile ilişkilendirerek ele almakta yarar olacaktır.

Felaket senaryosu ile zihin açarsak, tarihte kalmış bir örneği hatırlatalım;

1980’lere kadar İstanbul’da İETT’nin araç filosunda ‘boynuzlu’ denilen elektrikli troleybüsler çalışırdı. Havada döşeli elektrik hattından enerji çeker ve ilerlerdi.  Boynuzun hattan çıkması veya elektrik kesintisinde sorun olur, ulaşım aksardı.

Bu örnek ile kentin yerel yönetiminin yani İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin o yıllarda dahi elektrikli araç ile faaliyet gösterdiğini anlatmak istedim.

Diğer yandan yarın taksilerin de tamamen elektrikli araca dönüşeceği artık kaçınılmaz bir gerçek.

İstanbul’da birçok ilçenin gece ve gündüz nüfusu büyük değişim gösteriyor. Bu ilçelerde elektrik dağıtım şirketlerinin trafo merkezleri günün önemli zaman diliminde ‘atıl’ duruyor. 

Kaynak israfı ile elektrikli araç sayısının artışı ve yeni trafo yatırımlarından ziyade bu atıl kapasitelerin EPDK veya Bakanlık tarafından tespit edilerek öncelikle değerlendirilmesi milli bir sorumluluktur.

Yarın taksilerin bekleme noktaları (zaten mobil uygulamalar birçok yeni davranış geliştirmektedir) ve durakları da yeniden konumlandırılacaktır.

Kısacası enerjinin geleceğinde kentlerin yönü nereye gidecektir sorusu analiz edilmeden yapılacak yatırımlar ‘yanlış’ olabilecektir. 

Yazının Devamını Oku

Enerji, teknoloji ve milli güvenlik (4)

9 Ekim 2024
ELEKTRİKLİ otomobillerde Türkiye’yi küresel üretim üslerinden biri haline çevirmek için hükümetin kararlılığı net şekilde görülmektedir.

TOGG’un ve diğer yerli üreticilerin ardından bu kadar önemli Çin kökenli şirket fabrika kurmaktadır.

Elektrikli araç şarj istasyonlarında, ünitelerin kurulum yapılabileceği yerlerin sahiplerinin ‘fırsatçı, aşırı talepkâr olması’, enerji altyapısı (trafo kapasitesi) ve enerji hattı (kablo) maliyetlerinin yüksekliği yeteri kadar şarj ağı işletmecisine, yatırımcısına rağmen yaygınlaşmanın hızını kesmektedir.

İstanbul’daki son İspark ihalesindeki ‘kurgu’, ‘kasıt iddiası’ ve ‘tuhaflık’ da ayrı bir risktir.

En fazla 3 yılı bulacak yakın dönemde ülkemizde üretilecek elektrikli otomobiller, fiyatlama olarak da erişilebilir, seçenek zengini hale geldiğinde şarj ağının da aynı oranda hazır olması gereklidir. Yoksa, ağ dışında kişilerin evine yapacağı altyapı yatırımları ile konu kökten çözülmeyecektir.

Şarj ağı ve bu konuyla ilgili mümkün olabilecek çok sayıda şirketin varlığı, gelişmesi Türkiye’de konunun birçok açıdan sağlıklı oluşması için şarttır.

Çeşitli açılardan ele alalım:

1 Enerji dağıtım lisansı da olan şirket gruplarına bağlı şarj ağı işletmecilerine  ‘tekel’ oluşturulması büyük sorundur. Bu şirketlerin çoğu yabancıların elindedir. Ve ayrıca suni taleplerle yapacakları trafo yatırımıyla da kamu zararı oluşturabileceklerdir.

2

Yazının Devamını Oku

Enerji, teknoloji ve milli güvenlik (3)

7 Ekim 2024
ENERJİDE yarının en önemli parçası artık elektrikli otomobillerdir. Uzun süredir TOGG kullanıcısı olarak ‘şarj’ stresi konusunda da bir nevi uzmanlaştım.

Türkiye’de elektrikli araç şarj işletmeciliği EPDK tarafından ilgili bütün kamu ve özel kuruluşları ile E Mobilite Derneği’nin de görüşleri alınarak adeta ‘nakış’ gibi işlendi. 2022 yılında tartışmasız, şeffaf bir süreç ile dünyadaki ilk lisanslı işletmeciler ortaya çıktı. Bugün lisansı geçerli 170 şarj ağı işletmecisi yaklaşık 25 bin şarj ünitesinde, şimdilik yaklaşık 140 bin elektrikli araca hizmet veriyor.

TOGG’un piyasaya çıkışından önce yine Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Milli Teknoloji Genel Müdürlüğü eliyle ülkemizde 1572 hızlı şarj ünitesinin kurulmasını programladı. Bütün ülkeyi kapsayan bu büyük projenin ihalesi öncesinde kamu yetkilileri ilgili olabilecek kuruluşları davet ederek 3 kere toplantı yaptılar, talepleri aldılar, düzeltmelerle 46 ayrı ihaleyi aynı anda yapabilmeyi kurguladılar. Bu ihale herhangi bir tartışma olmadan başarıyla sonuçlandı.

Geçtiğimiz ayın başında Türkiye’nin en büyük kenti, gerçek bir dünya megapolü olan İstanbul’da ise ‘tartışmalar’ ve ‘iptal’ doğuran bir ihale denemesi kamuoyuna mal oldu.

Elektrikli otomobil kullanıcısı olarak yaşadığım İstanbul’da ‘şarj stresi’ çekmeyeceğim güne erişmek için bir an önce kenti yaygın bir şarj ağına kavuşmasını kalben isterim.

Türkiye Belediyeler Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’na bağlı İspark (Genel Müdürle ilgili Fetö mensubiyeti iddiaları da bulunmaktadır ) şartnamesinin ‘özel çaba’ ile düzenlenmiş maddeleriyle 170 lisanslı şarj ağı işletmecisinden sadece 1’inin girebileceği iddia edilen bir ihaleyi açıkladı. Neyse ki tepkiler sonrasında mizahi bir şekilde ‘sadece 1 katılımcıya indirgemek için’ konulan maddeyi gerekçe göstererek ihaleyi iptal ettiler.

Türkiye, büyük enerji dönüşümünü ıskalamamak için elektrikli araç şarj altyapılarının geliştirilmesi ve işletilmesi konusunu ‘menfaat gruplarının’ eline bırakmamalıdır. Konu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve EPDK ve sektörün kurumlarının ortak aklı ile ‘çerçeve şartname’ düzenlenmesi ile her tür tekelleştirme ve gayri – milli teslimiyet ihtimallerini yok eden şekilde ilerletilmelidir.

İstanbul’da esnafa rakip olarak hamburger satmakla da meşgul olan Belediye, ya İspark’ını lisanslı şarj ağı işletmecisi yapmalı veya aynı Milli Teknoloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ihalede olduğu gibi, elindeki yerleri bölge veya noktalara göre bölmeli, 170 lisanslı şarj ağı işletmecisinden en geniş katılımla İstanbul’da en fazla sayıda şarj ünitesinin kurulmasını sağlamalıdır.

Oldu-bitti ve adrese teslim kurgulanan bir süreç ile adresin kim olduğu belli olabilir de yarın bunun kim olacağı belli değildir. Ne demek istiyoruz? ‘Büyük’ oyuncu sayılan veya sanılanlar esasında çoğunluk hissesi Türk sermayesine ait olmayan şirketlerdir.

Yazının Devamını Oku

Enerji, teknoloji ve milli güvenlik (2)

5 Ekim 2024
Bab-ı Ali Toplantıları’nda 2011’de yaptığı konuşmada dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız; “Enerji fiyatlaması en zor konulardan biridir. Devlet piyasa belirleyici olarak davranırsa enerji fiyatı vatandaş – tüketici lehine uygun hale getirilebilir ancak bu kez de enerji üreticisi – dağıtıcısı kar edemez, dağıtım şebekesini yenileyemez, geliştiremez ve üretim için yatırım yapmaz. Bu bir girdap durumdur. Bu iki konuyu dengede tutmak büyük maharetli bir akrobasidir” demişti.

Dönemin Bakanı Yıldız’ın özetle aktardığım ifadesi enerjinin bir ülkenin büyümesindeki hayati önemi ve gerekliliği ancak fiyatıyla da vatandaş – devlet ilişkisindeki kritik yerini anlatmaktaydı.

Enerjinin ikinci önemi daha üst seviyededir; milli bütçe açısından en büyük ‘gedik’ açıcıdır. Türkiye, enerjide giderek azalması için yoğunlaşan çabalara rağmen hala net ithalatçı konumdadır. Milli bütçede cari açığın en önemli yüzdesine enerjide dışa bağımlılık ve ithalat neden olmaktadır. Karadeniz ve Akdeniz’de, Güney Doğu’da artan arama çalışmaları, bu amaçla devreye sokulan sismik sondaj gemileri, Kıbrıs açıklarında ortaya çıkan uluslararası tartışmalarla konu devletin gündemindeki yer ve önemini azaltmamıştır. Bazı kesimler bu teşebbüslere, ortaya çıkan sonuçlara köklerindeki art bakış nedeniyle alaycı, küçümseyici yaklaşsalar dahi, olumlu gelişmeler devam etmektedir. Akkuyu nükleer santralının devreye girecek olması, yenilenebilir enerjide son yıllarda artan kapasite, enerjide dönüşümün her tür binaya, kent dışında köye, kırsala dahi yansımaya başlaması, ilerde Türkiye’nin bu alanda rahat nefes alabileceğinin müjdecisi olan göstergelerdir.

Enerjide dönüşümle azami sayıda yapının şebekeden bağımsız kendine yeterli hale gelebilmesi, yenilenebilir kaynaklar ve nükleerden karşılanan enerji kapasitesinin, artışı durdurulacak ve mümkünse de zamanla sıfırlanacak enerji ithalatı ile milli bütçede açığın yılda ortalama 40 milyar dolar azalması anlamına gelecektir.

Daha da önemlisi ithalatın yol açtığı ‘dışa bağımlılık’, tıpkı İHA veya geniş anlamda savunma sanayisinde olduğu gibi azaltılıp sıfırlandıkça Türkiye’nin muktedir, hükümran, iddialı ülke olma iddiası, New York’ta Birleşmiş Milletler binasının tam karşısına dört başı mamur Türkevi’ni dikip, Ermenistan Başbakanı’nı o binada kabul etmekten bile daha anlamlı, etkili sonuçlar doğuracaktır.

Gerçek ve tam bağımsızlık için enerjide sürdürülebilir ve kendine yeterli olmak Türkiye Yüzyılı’nın temel stratejik hedefi olarak değerlidir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın enerjiye de savunma sanayisi kadar önem verdiğini görüyoruz. TOGG ve peşi sıra Çin menşeili BYD, muhtemelen Cherry, MG, Habaş Grubu’nun girişimi, Düzce’de Volta, Ziraat Bankası’nın ortak olduğu elektrikli traktör projesi gibi birçok elektrikli araç üreticisinin yatırımı, fosil yakıt bağımlılığını azaltacak adımlardır. Erdoğan’ın mevcut Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, Sanayii ve Teknoloji Bakanı Fatih Kacır çok genç yaşlarında müktesebatlarının doluluğu ile bu büyük sorumluluğu taşımaktadırlar.

Bir önceki Bakan Fatih Dönmez ‘Enerji hayattır’ demişti. Doğru, fiyatı ile herkesi ve üretimi etkileyen, ithalatı ile milli bütçeyi sarsan, yokluğu ile de milli güvenlik sorunu tetikleyebilecek bir konu olan enerji hayattır. Enerji yoksa hastanede ameliyat, okulda eğitim, fabrikada üretim olmaz, evde aş pişmez...

Ve Türkiye son 22 yılda altyapı ve üstyapıda eriştiği düzeyi katma değerli teknolojik ürün ile taçlandıracağı, yapay zekâya entegre bakışı da geliştireceği için sadece bugünkü ihtiyacın değil yarınkinin de karşılanacağı bir düzeni kurmak zorundadır.

Yazının Devamını Oku

Enerji, teknoloji ve milli güvenlik (1)

2 Ekim 2024
Ateş bulunduğunda ısınma, aydınlanma ve pişirmenin temel unsuru oldu.

Önceleri odunla başlayan enerji hammadde kaynağı zaman içinde zenginleşti; kömür ve fosil yataklar eklendi.

Bilahare mumla aydınlanan insanoğlu odun ve kömürle ısındı; çok sonraları ise buharla sanayi devrimini gerçekleştirdi. Ne kadar çok kaynaktan ne kadar çok yoğun ölçüde enerjiye ulaştıysa o denli makineleşti ve ilerledi.

İlk otomobil elektrikli olmasına rağmen, elektriğin o dönem şebeke yokluğu nedeniyle iletilememesi ve depolanamaması, petrol kaynaklarının keşfi ile fosil yakıtlara yönelindi.

Henry Ford’un seri üretime geçişi ile otomobil, daha sonraki dönemde ticari havacılıkla birlikte petrol vazgeçilmez hale geldi. Enerjinin insanoğlunun hayatına kılcal damarlara kadar vazgeçilmez şekilde sızması durmadı; önce transistörlü, tüplü radyo derken, elektrikle çalışan televizyon, ocak, küçük ev aletleri, çamaşır-bulaşık makinesi, fırın, müzik seti evlerimizi mum ve fitilli lamba kullanımından ciddi bir enerji tüketim yerine dönüştürdü.

Gelişme durdu mu?

Hayır!

Önce masaüstü bilgisayar, cep telefonu, tablet yeni enerji tüketicileri olarak hayatımıza eklendi.

Bugün, yaklaşık son on beş yıldır da giderek ivme kazanan elektrikli otomobiller sahnede yerini aldı. Düşünün ki düne kadar bir hane günde birkaç kilovat ile ihtiyaçlarını karşılarken, evinde aracını şarj edecek ihtiyaç sahibi ile günlük talep 25 kilovat ve ötesine geçti.

Yazının Devamını Oku

Özgüven eksikliği

31 Ağustos 2024
Körü körüne kapıldığımız Batı hayranlığı, istikbalimizi ve insanımızı perişan etti.

Geldiğimiz şu aşağılık noktaya bakar mısınız: ‘Ne yaptıysa Batı yaptı; aydınlanmanın kaynağı Batı’dır. Tüm buluşlar Batı’nın eseridir. Rönesansı da reformu da Batı yaptı; biz bunlardan hiç birisini yapmadığımız, yapamadığımız için geri kaldık. Arap kültürünün ve İslamiyet’in doğmalarına bağlı kalıp ilerleyemedik. Batı, demokratik ve aydınlanmacı anlayışıyla hep ileri gitti. İslam ülkelerinin haline bakın; hepsi dökülüyor; hepsi Batı’ya muhtaç, Batı yardım etmese ekonomileri çöker’.

Bu ruh halinin meydana getirdiği aşağılık kompleksiyle biz hiçbir yere varamayız. Yalan üzerine bina ettiğimiz karanlık bir dünyaya kendimizi hapsetmişiz. Bu kafayla bu karanlık dehlizden çıkmanın imkân ve ihtimali yoktur. 

Batı daha düne kadar at üzerindeki Türkün üzengisini (ayağını değil) öpmekle şerefyap olabiliyordu. Batı, bütün beldeleriyle zifiri karanlıktı, İslam’ın nuruyla, Müslüman bilginlerin aydınlatmasıyla Batı aydınlandı. Batı, Endülüs İslam medeniyeti ile tanışmasaydı, oradaki bilim Avrupa’ya yayılmasaydı Batı’da ne Rönesans olurdu ne de Reform.
Batı, Orta Çağ karanlığını yaşadı ve vahşi hayvan sürüleri gibi birbirlerini boğazladı. Oysa aynı Orta Çağ’da Müslümanlar medeniyetin zirvesinde olup huzur içinde yaşamaktaydı.

Ama bu durum, bizim nesillere böyle anlatılmadı; Müslümanlar da Orta Çağ’da vahşeti yaşadı biliyorlar. Bundan dolayı ısrarla söylüyoruz ki Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’nın bu husustaki çok kıymetli çalışmaları ders olarak okutulmalıdır.

O şekilde gelecek nesillerimiz gerçekleri görür, duyar ve kapılmış oldukları bu aşağılık kompleksinden kurtulurlar. Neyi görürler, neyi bilirler diye sormayın.

Avrupa’nın sözde en medeni ülkesi bilinen İsviçre değil mi? Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında sorulan bir sorunun cevabının İsviçre olması herkesi dehşete düşürmüştü. Soru şu idi: 1980’lere kadar hangi ülkede yetim, gayri meşru doğmuş, ebeveyni alkolik, ayrılmış veya fakir olan çocuklar devlet tarafından açık artırmada satılarak çiftliklerde zorla çalıştırılmıştır?’

Peki, Avrupa’nın birçok ülkesinde (Belçika, Hollanda, Fransa vb.) zencilerin zincirlere vurulmuş olarak kafeslerde hayvanlar şeklinde teşhir edildiklerini biliyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

Dünya Siyonizm’in emrinde

28 Ağustos 2024
İsrail’in yaptığı soykırıma, dünya üzerinde 3-5 devlet başkanının dışında hiçbir lider sesini çıkaramıyor. Sesini çıkaranlar da utanmadan İsrail’in işlemekte olduğu vahşetin yanında yer aldıklarını söylüyorlar.

ABD’deki her iki başkan adayı da insanlıktan nasibi olamayan İsrail yönetiminin sergilemekte olduğu vahşete yardım için yarış halindeler.

Küfür tek bir millettir ölçüsüyle, tüm bu rezilliklere bir mana vermek mümkün lakin bizdeki ana muhalefet partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in HAMAS’ı terör örgütü olarak görmesine ne demeli?

Neymiş efendim; HAMAS, bir sabah aniden İsrail’e saldırmış ve oradaki onlarca masum insanı katletmiş. Yaptığı bu eylemden dolayı da HAMAS’a terör örgütü denmeliymiş.

HAMAS, bu eylemi durup dururken mi yaptı? HAMAS’ın bu eylemi, nefsi müdafaadan da öte canhıraş bir baskındır. Zira Filistin toprakları onlarca yıldan beri, İsrail’in işgali ve zulmü altındadır.
Filistinlilerin evleri, bağ ve bahçeleri zorla ellerinden alınıyor ya öldürüyor ya da sürülüyorlar.

İsrail devleti kurulduğu günden beri dağdan gelip bağdakileri kovmakla meşgul.

Erdoğan, BM kürsüsünden İsrail devletinin Filistin topraklarını adım adım nasıl ilhak ettiğini harita üzerinden tüm dünyaya gösterdi. Topraklarının yüzde 80’i işgal edilmiş ve oralarda yaşayan halkı her türlü baskı, zulüm ve işkenceye tabii tutulmuş bir halk ne yapsındı?

Kuşatma altındaki bir kale düşünün (bizim tarihimizde de çok örnekleri vardır ve yapılan hareket kahramanlık olarak bilinir) dışarıdan tüm lojistiği kesilmiş. Günler haftalar geçiyor, içerideki insanlar açlık ve susuzluktan ölümle burun buruna geliyorlar.

Yazının Devamını Oku