AK Parti’nin, alışılagelen partilere benzemeyen bir yapısı var. Merkezde ve hatta merkezin biraz sağında konumlanmış, liberal, milliyetçi, muhafazakâr, sosyal adaletçi, hamleci (statükoyu yıkıcı ve reform yapıcı) ve gerçekten kalkınmacı.
Türkiye’mizdeki partiler, konumlandıklarını iddia ettikleri yerde değiller. Bu durumun da baş müsebbibi CHP’dir. Önce ‘Kemalizm ve Altı Ok’ dedi, ardından, İnönü ile ortanın solu dedi, Ecevit’le demokratik sol dedi, Baykal’la sosyal demokrat dedi, en son Kılıçdaroğlu ile ise bunların hepsinden sıyrılıp partiyi FETÖ’nün (ABD emperyalizminin) emrine verdi.
Yıldızı parlayan ve istikbale umutla bakan MHP, milliyetçi-muhafazakâr çizgisiyle yükselme trendinde (eğiliminde) yol almaktadır. FETÖ (ABD), bu partiye de el attı ve buradan kopardıklarıyla İYİ Parti’yi kurdurdu.
MHP, samimiyetinin ve katışıksızlığının mükâfatını gördü ve bundan böyle de görmeye devam edecektir.
İYİ Parti ise, samimiyetsizliğinin ve savrulmasının bedelini ödedi ve bundan böyle de ödemeye devam edecektir.
AK Parti, 20 yılı aşkın bir zamandır tek başına iktidardadır. İktidarlar, partileri yorar ve yıpratırlar; bu yorgunluk ve yıpranmadan AK Parti de nasibini aldı.
Nitekim son seçimde oyları yüzde 35 dolayına kadar indi. Partinin lideri olan Erdoğan’ın oyu yüzde 52, partisininki yüzde 35. Burada bir nokta koyup muhasebe yapmanın zamanının geldiğini düşünüyoruz.
AK Parti’de, kurulduğu günden beri neredeyse bütün yükü, Sayın
Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen, Türkiye güçlendikçe hop oturup hop kalkan tüm Türkiye düşmanları kaybetti. Mazlumları sömürerek semiren tüm emperyalist ülkeler kaybetti.
Türkiye’yi yeniden faiz sarmalına alıp sömürmek isteyen IMF ve onun içimizdeki uşakları kaybetti.
ABD’de iskân ettirilen FETÖ elebaşı ile onun, devlet kurumlarımızın kılcallarına değin nüfuz etmiş olan ve sinsice pusuda bekleyen aveneleri (tüm FETÖ’cüler) kaybetti.
Güney sınırımızın bitişiğinde sözde Kürt devleti, gerçekte ise, ‘Küçük İsrail Devleti’ kurmak için, PKK’yı taşeron olarak kullanan ABD ve tüm Batılı müttefikleri kaybetti.
Bölücü terör örgütü PKK’nın elebaşı Öcalan’ın ve Selö’nün (Demirtaş) salıverilmelerini bekleyen terör ve terörist seviciler kaybetti.
Türkiye’yi eski karanlık günlerine götürmek isteyenler, kaostan başka bir şey üretmeyen çok partili koalisyon hayalleri kuranlar kaybetti.
Din kisvesi altında din bezirgânlığı yapan sözde cemaatler (Süleymancılar, FETÖ’cüler vb.) kaybetti.
AK Parti’nin düşük çocukları olup nereye savrulduğunu bilmeyen ve düne kadar tu-kaka ettiklerinin çöplüğünde yemlenen nasipsizler (
Türkiye demokrasisine dudak bükenler ve hatta Türkiye yöneticilerine ‘diktatör’ tesmiye edip parmak sallayanlar, bir kez daha mahcup oldu.
Seçimlerin 2. tura kalıp yine yüzde 84 gibi yüksek bir katılımla ve en ufak bir olay olmaksızın, demokratik olgunluk içinde gerçekleşmesi, içerideki ve dışarıdaki tüm şom ağızlara kapak oldu.
Bu seçimlerin birden çok kazananı var. Birinci sırada, elbette ki bu tarihi kararı veren milletimiz gelmektedir. Milletimiz, engin sağduyusuyla; yalana, iftiraya, olmayacak vaatlere, bin bir benzemezin sahte birlikteliklerine, maskeli yüzlerin aldatmalarına, dayatmalara, iç ve dış tehditlere, iç ve dış yalan manşetlere ve sosyal medya hezeyanlarına pabuç bırakmadı.
Seçimin bir diğer kazananı ise, hiç şüphesiz Sayın Erdoğan’dır. Yerelleri de katarsak 17 seçimi, Kılıçdaroğlu’na karşı ise 12. seçimi kazanmış bir liderden söz ediyoruz.
Şu tuhaflığa bakar mısınız? Üst üste 12 seçimle işbaşına getirilen bir kişiye diktatör, 12 yenilgi almasına rağmen koltuğuna yapışana ise, ‘demokrat amca’ diyebiliyoruz.
Türkiye tarihinin çeyrek asrına (önümüzdeki 5 yılla beraber) mührünü vuran (vuracak) başka bir lider yoktur. Türkiye’mizdeki liberal, merkez-sağ ve muhafazakâr partiler, genellikle lider endeksli partilerdir.
Bakınız; AK Parti’nin oyları yüzde 35’e düşmesine rağmen, Sayın Erdoğan yüzde 52’nin üzerinde oy aldı. AK Parti, kendi içinde “Biz liderimize ne kadar yardımcı olabiliyoruz?” deyip bunun muhasebesini yapmalı ve gerekli tedbirleri behemehal almalıdır!
Sayın
Bizim milletimiz, dünya üzerindeki hiçbir millete benzemiyor; ne zaman, nerede, ne yapacağı belli olmuyor. Darda kalınca, Hızır gibi yetişen ve verdiği kararlarla tüm zorlukları aşan, basiretli bir millete mensup olmanın bahtiyarlığı içindeyiz.
Zehirli aşı almış, yine içimizden birileri, bu milleti tanımamakta ısrar ediyor; ona üstten bakmakla, onu horlamakla ve ona dayatmakla bir şeyler yapabileceğini zannedenler var.
Vehimlerinde ne kadar yanıldıklarını bu tarihi seçimde bir kere daha gördüler. İşin tuhafı şu ki, onlarca kez, görmelerine rağmen, aynı hatada ısrarı sürdürmekteler.
Bakınız; neredeyse tüm dünya bir araya geldi ve sahip oldukları tüm imkânlarını seferber ederek Sayın Erdoğan’ın karşısına dikildiler. Gökteki yıldızları vadederek, milletimizi kandırmaya çalıştılar.
Zamanın çarkları, neredeyse tüm olumsuzlukları beraberinde getirmişti. Dünyayı kasıp kavuran pandemi, hemen burnumuzun dibindeki savaşlar, ekonomik darboğazlar, müttefiklerimizin (!) güney sınırımızda kurmak istediği terör devletçiğine karşı yürütülen amansız mücadele ve peş peşe gelen asrın depremleri; kurdun beklediği dumanlı havayı oluşturmuştu.
Canını dişine takan milletimiz, vermekte olduğu beka mücadelesinin yanında, yekvücut olup yaralarını sarmaya çalışırken; daha açık ifadesiyle var oluş mücadelesi verirken, birileri akılları sıra, soğan-patates hesabıyla, onu, cambaza baktıracaktı!
Böylece Türkiye’yi, bölgesel ve küresel oyunların dışına itip yeniden edilgen (uydu) ülke haline getireceklerdi.
Emperyalizmin taşeronları kazanacaklarından o kadar emindiler ki; seçim öncesi, cumhurbaşkanı yardımcılıklarını ve bakanlıkları bol keseden dağıtıyordu, bir kısmı, bakanlığı garanti görüp milletvekili seçilmekten bile imtina etmişti. Her zamanki kibir halleri, galibiyeti garanti gördükleri bu sefer pik yapmıştı. Akılları öylesine örtüldü ki, seçimin birinci turunda Cumhur İttifakı’na oy veren depremzede vatandaşlara alçakça hakaret etmekten sakınmadılar.
Tarih boyu güçlü ve amir konumdaki bir milletin, güç ve kudretten yoksun, edilgen halini, varın siz düşünün! Bir asır boyunca, otuz iki dişini sıkarak, her türlü horlanmaya ve itilmeye sabrederek bu günlere geldik.
Geldiğimiz gün itibarıyla, devlet ve milletimiz açısından, tarihin dönüm noktasını yaşamaktayız.
Yarınki seçim, bu bakımdan çok önemlidir. Zira iki şeyden birine karar vereceğiz; böylece ya kendimiz olacağız ve meydan yerinde dikileceğiz ya da başkalarının dümen suyunda eriyip gideceğiz.
Yarınki seçimde kullanacağımız oylarla, Türklüğün ve Müslümanlığın önümüzdeki yüzyılını belirleyeceğiz.
Var oluşunu, yeniden yükselerek sürdürme fırsatı önümüze geldi. Bu fırsatı kaçırmamalıyız, zira düşmanın bin bir çeşidi, bizi paramparça etmek için aportta beklemektedir.
Türkiye’mizin dört bir tarafındaki kuşatılmışlığımıza ve yangın yerlerine bakın; güçlü olup düşmanın gözlerinin içine bakarak, “İşte peşrev işte meydan!” demekten başka çaremiz yoktur.
Bize dost ve müttefik gözüken ülkeler, kurtuluştan sonraki yeniden kuruluşta ilk düğmeyi bize yanlış iliklettirdiler. Sonraki tüm iliklemelerimiz, ister istemez hep yanlış oldu.
“
Deprem konutlarını halka bedava vereceğim dedi, buna karşın, deprem bölgelerinden en fazla oyu AK Parti ve Sayın Erdoğan aldı.
Bunun tek bir sebebi olabilir, o da bedava vereceğim diyen kişinin güven vermemesidir. Diğer bir deyişle, bu denli vaatlerde bulunanın ‘yalancı’ bulunmasıdır. Nitekim aynı kişi ya da kişiler, mahalli idareler seçimlerinde de benzer vaatlerde bulunmuşlardı. Ve hatta namus sözü vermişlerdi.
Lakin hiçbir sözlerinde durmadıkları görüldü. Bir tek işçi, işten çıkarılmayacaktı, binlerce kişi kapının önüne kondu. Bedava vereceklerini vadettikleri hizmetlere zam üstüne zamlar yaptılar.
Bu millet, Hazreti Mevlana’nın dediği gibi; ‘lafa laf mı diye bakar, söyleyene de adam mı diye bakar!’ ve ona göre değerlendirir.
CHP zihniyeti, sittin senedir bu millete tepeden baktı ve değer yargılarıyla alay etti. Ondan sonra da gidip kendisinden oy istedi. Bu millet, şayet celladına âşık değilse, CHP’yi iktidara taşımadı, taşımaz da.
Kılıçdaroğlu, yeri gelince, ‘Başörtüsü konusunu ben hallettim’ dedi. Oysa yalan söylediğini milletimiz bilmektedir. Nitekim vaktiyle, başörtüsüne serbestlik tanıyan kanunu iptal etmek için Anayasa Mahkemesi’ne götüren CHP’li milletvekillerinin arasında Kemal Kılıçdaroğlu da var.
Hem kanunun iptali için imza vereceksin ve hatta o imzalar dikkate alınarak mahut kanun iptal edilecek ve hem de çıkıp ‘Başörtüsünü ben serbest bıraktım!’ diyeceksin.
Halkımız buna;
Bu kafayla olamaz da...
Zira demokratlık, CHP’nin genlerine aykırı bir oluşumdur. CHP’lilere göre; kendi partileri kazanmışsa: ‘Yaşasın demokrasi!’ Kendi partileri hezimete uğramışsa:, ‘Bu halk cezalandırılmalıdır’, ‘Göbeğini kaşıyan tiplerin oy verdikleri partiden ne hayır gelir!’, ‘Köylü Mehmet efendinin oyu ile üniversitedeki profesörün oyu eşit tutulunca olacağı budur.’
Zorbaca bu anlayıştan dolayıdır ki bu ülkede demokratik seçimler yapıldığı günden beri, halkın seçtiklerine itibar edilmemiş ve sürekli olarak istiskale uğratılmışlardır. Tek başına iktidara gelseler bile buna rıza gösterilmemiş ve çeşitli hile ve desiselerle alaşağı edilmişlerdir.
Ne demişti İsmet İnönü? Hatırlayın: ‘Şartlar tamamlandığında halklar için ihtilal meşru bir haktır. O zaman sizi ben bile kurtaramam!’ CHP, işte bu gelenekten geliyor. Mahut geleneğin demokrasi(!) anlayışı budur.
Demokrasilerde, darbe en büyük suç olacakken, bu zihniyet, demokrasi ile darbeyi pekâlâ bir arada düşünebiliyor.
Bu anlayışsızlık yüzünden; bu ülkede her on yılda bir darbe yapıldı ve bunun sonucu olarak Türk demokrasisi, en eski demokrasilerden biri olmasına rağmen kemale erememiştir.
Düşünebiliyor musunuz, hâlâ darbe zihniyetinin yaptığı bir anayasa ile idare edilmekteyiz.
Demokrasi varsa, milli iradenin üstünde güç olmaması gerekir. CHP’nin sakil anlayışı yüzünden bizde, hem demokrasi var deniliyor ve hem de milli irade hiçe sayılıyor.
Artık, bu durum kasetle gelişinin bir azizliği midir yoksa bu uğursuzluk bizzat Kılıçdaroğlu’ndan mı kaynaklanıyor; bunu pek bilenin olduğunu sanmıyoruz!
On üç yıl boyunca aldığı 16 seçim yenilgisi, aklını öylesine örtü ki AK Parti’den oy tırtıklayacağım derken, yanına aldığı eski AK Partili tırtıkçılara, kendi partisini tırtıklattı.
Kılıçdaroğlu’nun kendisi, sözde hesap uzmanı geçinir. Hesap uzmanlığındaki maharetine bakın ki CHP’nin, kemikleşmiş yüzde 25’lik oy oranını düşürmesi yetmezmiş gibi, elde ettiği milletvekillerinden 40’ını da başka partilere kaptırdı.
Aklı sıra, yanına aldığı partilerle, hem CHP’yi ve hem de yanına aldığı partileri daha da palazlandıracaktı.
Yanına aldığı partiler, tek kelime ile ‘sıfır çekince’; Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldu. Sıfır çeken partilerin her biri, CHP oylarıyla, 10-15 milletvekilliği çıkararak gerçekte birer su kurnazı oldukları ve suya götürdükleri Kılıçdaroğlu’nu susuz getirdikleri anlaşıldı.
Bu partiler, şimdi de Meclis’te grup kurmak için (vekil sayısını 20’ye çıkarmak), CHP’den ödünç milletvekili isterlerse şaşırmayın. Kılıçdaroğlu, CHP’yi bitirmek pahasına bunu da yapar.
Kılıçdaroğlu, baş olma sevdası uğruna, kimyasını bozduğu CHP’nin, fiziğini de bozmakta en ufak bir tereddüt göstermez!
Üst üste alınan seçim yenilgileri,