Üzerine köprünün gölgesi düşen Lacivert’te Pakize Suda ile noktasız virgülsüz bir sohbet
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Kış uzun sürdü.
Kül rengi sabahlara uyandık. Yağmur dinmedi. Soğuk bitmedi. Nisanla birlikte aklımıza ‘‘en yaman aydır’’ diye başlayan şiir geldi de o yapacağını yaptı: Yaban değil, yaman geçti.
Cemreler düştü. Ne yer, ne gök, ne su ısındı.
İçimiz katılaşıp kaldı.
Pazar sabahı tam da Pakize'yle bulaşacağımız gün, havada ilk kez bahar kokusu vardı. Balkona çıktım ve işaretlere anlam yükleyen bir simyacı gibi etrafa baktım; ‘‘Bitti’’ dedim, ‘‘Kış bu gün bitti.’’
Rumelihisarı'nda La Grotte'de kahve içip sonra da kış boyunca biraz da uzak akraba muamelesi yaptığımız Anadolu yakasına geçeceğiz: Lacivert'e, kahvaltı etmeye.
Rumelihisarı, İstanbul'un sıcaktan kavrulduğu günlerde bile serindir. Püfür püfür eser. Sırtımı güneşe verebileceğim kuytu bir masa seçtim, sade kahve istedim. İlk yudumumu almadan kolunu tuta tuta Pakize geldi. Gece çalışmış, sabah erken kalkmış, havayı görür görmez kendini dışarı atmış ve önüne çıkan ilk köpeği okşamış. Nasıl okşadıysa -herhalde yanağından makas aldı- köpek kolunu ısırmış. Isırmamış da ısırır gibi yapmış.
Kandan, yaradan, doktordan bu kadar korkan, bir o kadar da sakınmasız yaşayan başka birini tanımadım ben. İşin aslı, Pakize gibi birini tanımadım.
Hayatını ikiye bölüp yaşayan arkadaşlarım oldu: Gündelik çarkı döndürmek için benimsemedikleri ikinci işler edinen, koşulların değişeceği, sadece yaşamak istedikleri gibi yaşayabilecekleri günlerin hasretini çeken arkadaşlarım.
Kiminin seçtiği iş bu topraklara fazlaydı, kimi birinden kurtulsa ötekine yakalandığı sarsıntılarla oradan oraya savruldu. Durduk yere gazeteci-şair, reklamcı-yazar, pazarlamacı-mimar olunmaz.
Aralarında bir serüvene nokta koyup yeni bir hayata başlayanlar da oldu. Ama hiçbiri Pakize gibi birbirinden bu kadar farklı işler yapıp her birinin altından da yüzakıyla kalkmadı.
Yüzünün karası olmayan kadın.
Tek karası, mizahı.
DİLİNİN ELEĞİNDEN GEÇİRİYOR AMA YAZARKEN ELİ TİTREMİYOR
Onunla bundan 10 yıl önce Ece'nin Kuruçeşme'deki barında karşılaştım. Elbette tanıyordum da tanışmamıştım.
Sezen Aksu'nun çocukluk arkadaşıydı. ‘‘Avaz avaz şarkı söyleme savdasına tutulmuşlar’’, İzmir'den yola çıkıp soluğu İstanbul'da almışlardı.
Pakize'nin o yıllardaki durağı da şimdiki gibi Aynalı'ydı.
O akşam da, yukarıda bir kadeh içkisini içecek, sonra aşağıya inip şarkı söyleyecekti. Çok iyi hatırlıyorum, barda sıra sıra duran kadınlara, arkada sakin sakin oturan adamlara bakmış, hepimizin gizli tarihini yazmıştı.
Ben açık gökyüzü gibi pırıl pırıl sesleri pek sevmem. Bulutlu bir sesi vardı. Sonraları sık gittik ama o gece, kapının önünde Pakize'yi ilk kez dinledik.
Bir iki yerde daha karşılaştık, kadınlık halleri üstüne konuştuk.
Bunlardan biri hiç unutmam, tipik kadın muhabbetiydi. Aşkın ömrü biçiliyor, herkes kendine göre süre veriyordu. 30 yıllık kocasına hálá nasıl da sırılsıklam aşık olduğunu anlatmak için biri, uyurken kalkıp kalkıp kocasının kalbini dinlediğini söyledi. Kötü örnekti. Bizler sustuk. Pakize kıpırdandı, dilini ısırdı, dayanamadı; ‘‘O senin aşk sandığın aslında evham’’ dedi.
Sonra hayatımıza, hepimizin hayatına MIŞ'ları, MUŞ'ları, hınzır yazıları girdi. Önce haftada bir ısınma turları. Sonra iki, derken üç, dört. Gördüğünü, biriktirdiğini, yaşadığını belki dilinin eleğinden geçiriyor ama yazarken eli titremiyordu.
Hayranı da, kıskananı da bol oldu.
Hatta, yazılarını okudukça kalbine hançer saplandığını sandığım başka bir yazar ‘‘Güzelliğini değil, zekásını silah olarak kullanmaya karar verdi’’ bile dedi. Kötü bir şeymiş gibi.
Lepiska saçları olmasa, kara misket bakmasa, bir de bu kadar iyi yazmasaydı, okur sayısı aynı kalırdı da okuduğunu itiraf edeni daha çok olurdu gibi geliyor.
PAKİZE'DEKİ ÜÇÜNCÜ KADIN PEMBE PATİKLER'İN OYUNCUSU
Buraya kadar anlattığım iki kadın.
O gün Rumelihisarı'nda kahve içerken gözardı ettiğim üçüncü kadınla da karşılaştım. Birbirlerini dürten gençler, mendil satan yaşlı nineler çekine çekine yanına yaklaşıyor, çok sevdikleri dizinin neden yayından kaldırıldığını soruyorlardı.
Sahi, Pakize'nin bir de dizi oyunculuğu vardı.
Necef Uğurlu'nun yazdığı ‘‘Pembe Patikler.’’
Anlaşılan yayından kalkmış da akıllardan çıkmamış.
Lacivert, Anadoluhisarı'nda üzerine köprünün gölgesi düşen bir yalı. Yaz aylarında çam ağaçlarının altında, kış aylarında çıtır çıtır odunların yandığı şöminenin karşısında, boğaza nazır bir masadasınız.
Pazar günleri, öğle üzeri hem çevrede oturanlar hem de bizim gibi uzak yolu göze alanlar için çeşit çeşit ekmeklerin, reçellerin, zeytinlerin, meyve sularının, peynirlerin, sıcak yemeklerin sunulduğu mükellef bir açık büfesi var. Sucuk, salam, pastırma.
İster al ister alma.
Neler neler yiyebilirdik. Yaz geliyor ya biraz peynir seçtik, çaya kahveye boşverip bir şişe buz gibi Cabarnet Sauvignon istedik.
Pakize birkaç kez akşam yemeği için de gelmiş. Mumlar yanıyor, rıhtım aydınlatılıyor, çam ağaçlarının gölgesi masalara vuruyormuş.
Havada bahar kokusu var ya ben böyle havalarda hayallere dalarım. Yasemin kokulu sıcak bir yaz gecesinde Lacivert'i düşündüm. Karşı kıyının karmaşasından uzak, gelen geçen teknelere el sallayarak yenen akşam yemeklerini.
Ben noktasız konuşurum da Pakize benden beter, virgülsüz konuşan biri.
Akşama kadar orada kaldık. Daldan dala atladık, ona dokunduk, bunu sevdik, yazılardan, kitaplardan, içimizi yağmalamış olaylardan, hayatla başa çıkma yollarından, ortak arkadaşlarımızdan, cilt bakımından, sahipsiz hayvanlardan, şimdi unuttuğum yüzlerce ayrıntıdan söz ettik.
Onu dinlerken gülmemek mümkün mü?
Bir iki hikáye anlattı, öldürdü. Önümüzdeki günlerde, yazacak. Biri, kör bir ailenin evindeki ‘‘reyting’’ aleti, diğeri ‘‘buhar makinesi.’’ Buhar makinesi ne mi?
Ben burada duruyorum, gerisini onun komik kaleminden okuyun.
LACİVERT
Adres: Körfez Caddesi 57/A Anadoluhisarı-İst.
Tel: (0216) 4134224 -413 37 53
Akşam yemekleri için özellikle yaz aylarında rezervasyon