Gazetelerin neredeyse piyango biletlerini kontrol etmek için açıldığı böyle bir günde ne yazılır ki? İki seçenek var galiba önümde. Ya gidenin muhasebesi yapılacak ya da gelenden ne beklendiği yazılacak. Bir diğer şık da oturup 1 Ocak’a uygun bir şeyler karalamak
Muhasebe faslıyla başlarsam 2010 için inci grisi bir yıldı demem gerekiyor. Beyazı karasından, iyisi kötüsünden, neşesi hüznünden fazla bir yıl. Günlük tutan ya da fil hafızalı biri olsam belki, daha ayrıntılı bir muhasebe yapabilirdim ama bırak günlük tutmayı zorda kalmadıkça yazmayan ve düpedüz balık hafızalının önde gideni olduğumdan 2010’dan aklımda kalanlar hep kalın çizgiler. Hep EN’ler... Mıh gibi aklımda mesela. EN mutlu olduğum gün 3 Eylül’dü. Defne ve Sarp’ın düğünü.. EN mutsuz olduğum günlerse Ömer ve Veronique’in ölüm haberini aldığım o meşum iki gün. Ne birinin çınlayan kahkahası gitti kulağımdan ne diğerinin oyunbaz bakışı. Ne zaman aklıma düşseler içimde aynı sızı. Büyük harfli bu EN’ler dışında aklıma küçük harfli en’lerle geçip giden mevsimler geliyor. Dönüp 2010 kışına baktığımda koca kış Figen&Nihat programı için oradan oraya savrulmakla geçmiş. İnişine çıkışına, anlaşmasına çatışmasına, zorluğu ve yorgunluğuna rağmen benim için harika bir kış oldu. Nihat’la dünyanın dört bir yanına gidip muhteşem yerler gördük. Beni en etkileyeni Tokyo oldu. On günlük çekim süresinde Japonya aklıma ve ruhuma öyle kazındı ki, o gün bu gün tuttuğum bütün dilekler onunla ilgili... Kendimi iki adaş arasında bulduğumda da çeşmelere metelik savurduğumda da aklımda hep o. Buenos Aires varoşlarında tango seyrederken de Cape Town’da günbatımı izlerken de şeytan yoklamadı değil ama ne zaman ki köşe bucağını bilmediğim New York’a gittim, yeniden öğrenci olmaya karar verdim: 2010’nun en heveskar kararı sanırım bu oldu. En sebatkar kararıysa kilo vermeye ahdetmem. En sarsıcı kararı otuz yıllık bir dostluğun üzerini çizerken aldım. En kalıcı olanına ‘taşıran damla’ adını taktım.
YENİYIL KUTLAMALARINA KARŞI ALERJİM VAR
2010 yazını iple çekişim de dün gibi aklımda. Yaz önüme serilmiş ama hakkını vermek için ya durup soluklanmak ya alıp başını gitmek gerek. Oysa ben burnumun dibinde boy veren erguvanları, çiçeğe duran manolyayı, tüten Boğaz’ı göremeyecek haldeyim. Karnemdeki hal ve gidiş hanesine bir sıfır daha. Temmuz sonu gibiydi yaza kavuştuğumda. Yani bol deniz, bol güneş, bol içki, bol yemek, bol arkadaş, bol muhabbet mevsimine. Ama dönüp baktığımda yaza çentik tek bir ‘en’ bile bulamıyorum iyi mi? Oysa kelimenin her anlamıyla 2010 en sıcak yazlardan biriydi. Hem terletti bir o kadar da gerdi. Ama bu muhasebe kişiye özel. Sonbahar İstanbul’a yeniden alışmak, evi derdest etmek, iş ilişkilerini yenilemek, para meselelerini çözmekle geçti. Daha doğrusu geçmedi, gitmedi, bitmedi. Soğuk yeni yıla ramak kala geldi. 2011’den beklentilerime gelince, olmaz mı herkes gibi benim de yığınla beklentim var. Astrologlara bakılırsa Kova çağıymış, beklenti çıtamı yüksek tutmam gerekirmiş. Sağlık, huzur, dostluk, aile, iş, aşk, para kısaca yıldız haritamdaki her haneye bolluk getirsin 2011. Bana. Bize. Herkese. Bu güne gelince... Bencileyin yılbaşı kutlamalarına özel alerjisi olup evde oturanlar okuyacaklardır nasıl olsa yazının bu bölümünü. Biliyor musunuz mutlu azınlığız aslında biz. Başımız çatlamıyor, ağzımız kurumuyor, midemiz ekşimiyor bir kere. Bir de üstüne öğlene kadar bütün İstanbul bizim. İstersek o kazan olabilir biz kepçe. Kendimizi sokağa vurmak da serbest evde oturup keyif çatmak da.. Ben kendi hesabıma geceyi benim gibi makul geçiren bütün dostlara evde bir öğle yemeği veriyorum. Çoluk çocuk İtalyan aileleri gibi mutfaktaki masanın etrafına oturacak, bir yandan konuşup bir yandan pişireceklerimi yiyeceğiz. Ne pişireceğime tam karar vermedim ama şarap olarak ne içeceğimizi biliyorum. 2010’un son keşfi Pamukkale Nodus ikram edeceğim. Tatlı olarak fırında armut iyi olur. Hamur işi de lazım. O zaman gelsin kabaklı linguine. Bir de adaçaylı tavuk yapsam, hazırlaması da pişirmesi de kolay olduğuna göre. Aslında ne pişirirsem pişireyim fark etmez. Maksat bir arada olmak, yemek bahane...
YILBAŞI ERTESİ ÖĞLEN SOFRASI
Armut tatlısı: Altı adet sulu armut soyulup eşelekleri çıkarılır. Boylamasına ikiye kesilen armutların her bir parçasının üstüne bir karanfil saplanır ve fırına girecek bir kaba dizilir. Dört çorba kaşığı esmer şeker, biraz tarçın serpilir ve yarım şişe kırmızı tatlı şarap dökülür. 200 derece fırında armutlar pişene kadar arada sos gezdirmek suretiyle pişirilir. Vanilyalı dondurmayla servis edilirse şahane olur. Kabaklı linguine: İki ya da üç adet sert kabak halkalar halinde ince ince doğranır. İri bir kırmızı soğan da aynı şekilde doğranır. Büyük ve derin bir tencereye bolca tuz koyup kaynatılan suya linguine’ler atılıp önerilen süre kadar haşlanır. Bu arada geniş bir tavanın dibine iki çorba kaşığı zeytinyağı konur ve iki-üç diş sarımsak atılıp kızdırılır, kızarıp kararmaya başlamadan tencereden alınır. Sarımsak kokusu sinen yağda kabaklar sotelenir. Fazla yumuşamalarına izin vermeden dilimlenmiş soğanlar katılır. Tuz ve taze karabiber de eklendikten sonra, sebzelere çekirdekleri çıkarılmış yirmi kadar siyah zeytin ve bir servis kaşığı makarna suyu eklenir. İki tıkırdadıktan sonra haşlanan linguineler de karışıma eklenir. Son olarak iri parçalar halinde doğranan bir demet fesleğen ve bol parmesan peyniri konur ve hemen servis yapılır. Adaçaylı ya da biberiyeli tavuk: Tavuk tam ya da göğüsle birlikte kesilmiş butlar halinde tuz, karabiber, zeytinyağı, bir adet limon rendesi ve adaçayı (ya da biberiye) katılarak ovulur. Buzdolabında bir saat dinlendirilir. Tam tavuk pişirilecekse içine kabuğunu rendelediğiniz limonu da ikiye kesip koymakta beis yok. Marine edilen tavuğa biraz bal gezdirildikten sonra bir fırın torbasına konur ve önceden 200 derece ısıtılmış fırında eti kemiğinden ayrılıp kızarıncaya kadar pişirilir.