Paylaş
Gece yarısı... Sabaha karşı yola çıkmam gerek... Ortada ne hazır bavul ne hazır yazı var... Ben ki gitmeye meyyalimdir, her ahval ve şerait altında gitmeye meyyal, gel gör ki bu kez hazır değilim. Gitmeye hazır değilim de kalmaya hazır mıyım peki? Ne gezer?
Kalırsam nefessiz kalacak gibiyim...
Ne yazsam diye düşünür ve boş boş televizyona bakarken adına tartışma denen bir programa ilişti gözüm. İstediği kadar bahar kapımızı çalsın kışı asla unutturmayan sevgili ülkemde, karşımda 28 Şubat’ı tartışan dört gazeteci... İkisi o döneme yakından tanıklık etmiş, diğer ikisi o yıllarda başlarında kavak yelleri esen dört kişi... Tanıklar serinkanlı... Gençler pervasız. Kana kan cana can istiyorlar. Nalına da mıhına da çaksalar amenna da, başkaldırmıyor savunuyorlar. Savundukları da günümüzün muktedir söylemi.
N’oldu bize? Ne ara gırtlak gırtlağa geldik biz? Ne zamandan beri komşu komşuyu gammazlar oldu? Ötekinin mutsuzluğu ne zamandan beri mutluluğumuz, berikinin tökezlemesi gönencimiz bizim? Bu kadar nefreti nasıl biriktirdik? Herkesin dilinde bir barış lafı... Bu nefret duygusuyla bir toplum nasıl barış içinde yaşar peki?
Yazıyı bırak bavulu yapmaya bak Figen.
KAHVALTI ÜSTÜ TADIM
Sabahın dördünde Atatürk Havaalanı’nın sadece bir kapısı açık ve güvenliğin önünde kıvrıla kıvrıla uzayan bir kuyruk. Elbette bu kör saatlerde personel sayısı azalır ama bu kadar uçak kalkışı varsa eğer, en azından bir kapı daha açmak gerekmez mi? Oflaya poflaya kuyruğa giriyorum.
Uykusuz ve huysuzum. Biri soracak olsa, yolcuların mağduriyeti üzerine uzun nutuklar atabilirim... Sonunda çile bitiyor ve Alitalia’nın bulunduğu kontuarın önünde Müge Akgün ile buluşuyoruz: Sicilya yolcusuyuz.
Sicilya Şarap Üreticileri Birliği’nin davetlisi olarak dünya basınıyla birlikte bağları gezecek ve 2012 Primeur’lerinin tadımına katılacağız...
Programa bakılırsa, kahvaltı ertesi bağları dolaşmaya başlayacak ve gezinin hedefinden şaşmak adına hemen her bağda şarap tadımı yapacağız.
Yazılı olan bu... Ne kadar uyulur yazılı olana, ne kadar uyulmaz o ayrı hesap. Bir konyak gezisinde sabahın 11.00’inde tadım için önüme konyak geldiğinde içimin çekildiğini hatırlarım. Hayırlısı bakalım...
GÖZÜNÜ SEVDİĞİM THY
Alitalia gecikmesiz kalkıyor. İyi. İyi de bir de madalyonun tersi var... Kötü yanı. Alitalia‘nın Roma-İstanbul seferinde ikram olmadığını biliyor muydunuz? Sadece su, soda, çay kahve bir de küçücük paketler içinde tatlı ve tuzlu kraker var ikram olarak. Tamam Roma uzun yol değil ama sabahın o saatinde ağzının pasını silmek istiyor insan. Gözünü sevdiğim THY... Değil uluslararası uçuşlar, yurtiçi uçuşlarda bile öyle mükemmel servise alıştırdı ki bizi, kahvaltı niyetine sade suya tuzlu krakeri katık etmeyi aklımız almıyor.
Bir de hostesin kabalığı eklenmiyor mu açlığın üstüne, resmen tüy dikiyor. Önümüzdeki sırada oturan yolcu belli ki yabancı dil bilmeyen biriydi. Hostes hanım kötü İngilizcesi ile ne içmek istediğini sorduğunda adamcağız soruyu anlamadı. Vay sen misin anlamayan, göz devirmeler, İtalyanca homurdanmalar, “Sinyor sinyor” diye parmak sallamalar... Araya girmesek neredeyse paralayacak! Gerçekten böylesini gördüğüm an THY’nı bir kez daha önemsiyor, dünyada pek az havayolunun onun ayarında olduğunu düşünüyorum. Bir de şu gecikme sorunu halledilebilse dört dörtlük olacak.
Roma’da bir saat bekledikten sonra Palermo’ya giden uçağa biniyoruz. Aynı kesatlık orada da devam. Neyse ki yol kısa, 50 dakika sonra Palermo’dayız. Organizasyon komitesinden genç bir kadın bizi ve Hong-Kong’dan gelen Çinli şarap yazarını karşılıyor ve minibüsümüz bizi Palermo’nun P’sini görmeden akşama kadar beklemek üzere şu anda bulunduğumuz otele getiriyor. Dünya basınının katılımı söz konusu olduğunda beklemek kaçınılmaz. Bu da normal. Dünyanın dört bucağından gelen yüzlerce kişiyi bir araya getirmek kolay iş değil.
VASATIN VESAYETİ
Bu, Sicilya’ya ilk gelişim. Bağlardan vakit bulup dağları görebilecek miyiz bakalım... Şu ana kadar gördüğüm papatyaya kesmiş tarlalar, esti mi içe işleyen sert rüzgar, hırçın dalgaların dövdüğü uzun kıyılar, çıplak dağlar, dev sabırlıklarla zeytin ağaçları... Bir de bizdeki hiçbir tesisle boy ölçüşemeyecek mütevazı bu otel... İyi İtalyan yemeği İtalya’da yenir düşüncesinin bir şehir efsanesi olduğunu da burada yediğim öğle yemeğinden sonra rahatlıkla söyleyebilirim. Nerede Göztepe parkının karşısına açılmış ve gene bir İtalyan zinciri olan Pommadoro Rosso’da yediğim yemek, nerede burada yediğimiz yemek. Şarap vasat, makarnalar yapış, parmesan naylon, trança yağlı, salatalar bile tatsız. Pommadoro Rosso’yu uzun yazacağım ama bir fırsatını bulursanız önceden gidin. Geniş kavı, odun ateşinde pişmiş harika pizzaları, mükemmel makarnaları var. Bakın Sicilya’da oturmuş neler yazıyorum. Resmen ağzım sulandı.
Eşlikçimiz yanında ünlü şarap uzmanı Janis Robinson’nun web sitesi yazarı Walter Speller ile birlikte bizi Regaleali’deki Tasca d’Almerita bağlarına götürmek üzere geri geldi. Önümüzde bir buçuk saatlik yol var. Bakalım yol bizi nereye götürecek? Yolculuk neye gebe?
Haftaya görüşmek üzere...
Paylaş