Ä°ki yüz yıllık tarihi olan sihirli içkinin evinde

Aberdeen’e varmamıza daha bir saat var.

Bizi Londra havaalanından alıp adanın kuzey ucuna, tabiri caizse Chivas kasabasına götüren küçük otobüsümüz, karanlık yolda döne kıvrıla ilerliyor.

Haberin Devamı

Saat İstanbul’da gece yarısını geçmiş olmalı.
Soğuk cama başımı yaslayıp gecenin perdelediği manzarayı düşlemeye çalışıyorum.
Otobüsün içine kadar işleyen nem ve motor sesine eşlik eden rüzgar yüzünden aklıma hemen Uğultulu Tepeler düşüyor.
Emily Bronte’nin ilk ve tek romanında betimlediği içe dönük hayatlar coğrafyasından geçip gidiyor olsak gerek.
Kuzey rüzgarıyla boyun büken, kırağıyla rengi dönen otlarla kaplı kıraç tepeler arasından...
Belki de Jane Austin’in dünyasından
geçiyoruzdur kim bilir?
Taşra hayatının katı kurallarıyla nasıl baş edeceklerini bilemeyen, ‘Duygu ve Duyarlılıkla’ yoğrulan, ‘Aşk ve Gurur’dan kahrolan kadınlar diyarından.
İngiltere’de değiliz diyorum sonra kendi kendime, İskoçya’dayız.
Burası kırılgan kadınlardan çok sert adamların ülkesi.
Doğayla didişen, inatçı, hırçın, sağlam adamların.
Sevdi mi tam seven, pantolon yerine kilt giyen, esir düşmektense ölmeyi yeğleyen ve sudan çok viski içip kendileriyle dalga geçen adamların.
Aberdeen’e varmamıza daha bir saat var.
Madem karanlık dışarıyı görmeme engel o zaman bir saat daha hayal.
İsli taştan yapılmış kunt evler, çıtır çıtır yanan şömineler, gergef işleyen hüzünlü kadınlar, dudakları mühürlü yalnız adamlar, kızıl saçlı çilli çocuklar, evin demirbaşı av köpekleri, kapı eşiğine dizili lastik çizmeler derken...
UyumuÅŸum.

Haberin Devamı

Koyu şivesinden ötürü ne söylediğini zinhar anlamadığımız İskoç şoförün kullandığı otobüs son bir kez daha  savruluyor ve duruyoruz.
Linn House’a geldik demek.
Gözden ırak bu İskoç kasabasında kalacağımız iki gün süresince burada, Chivas Brothers’a ait konuk evinde konaklayacağız.
On kişilik küçük bir gazeteci kafilesiyiz ve  Chivas Regal’in yirmi beş yıllık viskisinin tanıtımı için düzenlenen basın gezisindeyiz.
Otobüsten inmemizle yüzümüzde şaklayan rüzgar, mahmurluğumuzdan eser bırakmıyor.
Ev ha?
Bu ne biçim ev böyle?
Karşımızda yükselen bu kuleli taş yapıya Fransa’da olsa hemen şato yaftası yapıştırılır diye düşünüyor ve hızlı adımlarla içeri giriyoruz.
Hele bir sabah olsun, çevreyi o zaman kolaçan ederiz.
Ertesi günkü programımız yoğun.
Sabah erken saatte kahvaltı edip Chivas üretim tesislerine gidecek ve bu efsane viskinin damıtıldığı damıtımevini gezeceÄŸiz. Program hafif bir öğle yemeÄŸinin ardından eÄŸlencelik niyetine ne olduÄŸunu pek de anlamadığım atış talimi ve Linn House’da Ä°skoç mutfağının olmazsa olmazı haggis ile taçlanacağı söylenen akÅŸam yemeÄŸiyle sürecek.   Â

Haberin Devamı

HAGGÄ°S YEMEK CESARET Ä°STER

İskoçya’ya gidenler bilir: Haggis denilen bumbar dolması benzeri bu sakatat yemeği sofraya mutlaka seremoni eşliğinde gelir. Ayağında kilti başında beresiyle yanaklarını şişire şişire gayda’sını çalan müzisyeni, haggis’in durduğu gümüş tepsiyi sanki kraliyet tacı taşıyormuş gibi gururla taşıyan biri izler. İkili masanın etrafında bir kez dönüp davetlileri tavaf ettikten sonra içinde ciğerden işkembeye çeşitli sakatat bulunan ve bol baharatla tatlandırılan bu siyaha yakın sosis irisini getirip masaya bırakır ve sözü ev sahibi alır.
Ev sahibi yerinden kalkar, huşu içerisinde dev sosise bakar ve milli şair Robert Burns’ün, tadı onu hazırlayan kasapların maharetiyle değişen bu tuhaf yemek için yazdığı methiyeyi okumaya başlar. Kimsenin tek kelimesini anlamadığı bu uzun şiir el kol hareketleriyle desteklenerek, bir bağırıp bir inleyerek epey bir sürer, sonunda da ev sahibinin bıçak çekip sakatatın doldurulduğu bağırsağı kesmesiyle biter.
Haggis servis yapılmak üzere yeniden mutfağa döner.
Ve ne yalan, haggis yemek cesaret ister.
Kahvaltı cennet bahçeye açılan büyük yemek odasında.
Buralarda gün geç olduğundan bahçeye bakan geniş pencerelerine rağmen oda hayli loş. Yirmi dört kişilik uzun masanın üzeri porselen çay takımları ve gümüş servislerle donatılmış. Eee ne de olsa buralılar için öğünlerin şahı olan kahvaltı sofrasındayız. Acele etmeden, tadını çıkara çıkara kahvaltımızı edip yürüyerek Chivas tesislerine gitmek üzere dışarı çıkıyoruz. Bize eşlik eden genç Alex, o sırada yüzünü gösteren solgun güneşi görünce gülümsüyor ve  ne kadar şanslı olduğumuzu söylüyor.
Haklı. Yılın iki yüz günü kapalı olan hava bizim şerefimize açtı.
Tesislere geldiğimizde doğruca tadım yapacağımız odaya geçiyoruz.
Uzun masada tadılmak için bekleyen, çift tarafında beşerden on kadeh viskinin sıralandığı yerlerimize geçiyoruz.
Teoman Hünel ile Ahmet Örs karşımda oturuyorlar. Ben Kubilay Keskin’in yanındayım.
Alex, soldaki beş kadehte duran viskileri tadıp aralarındaki farkı bulmamızı, hangisi buğday viskisi, hangisi isli İslay, hangisi single malt ayırıp kendi karışımımızı yapmamızı istediklerini söylüyor. Hemen Teoman ve Ahmet Örs’ten kopya çekmeye karar veriyorum. Buğday viskisini ayırabilirim, is kokulu İslay’i de ama ya gerisi? Hangisi bulunduğumuz bu kuzey bölgesinden, hangisi Edinbourg yakınlarındaki aşağı bölgeden, hangisi ortadaki Highland’den?
Mümkün değil.
Bana kalırsa hepsi mükemmel.
Önce buranın, yani kuzeyin single maltını bulmamız gerek.
Bakıyorum herkes önündeki kadehleri eğip büktükten, koklayıp içtikten sonra 3 numaralı kadehte karar kılıyor. Sektirir miyim ben de kadehimi eğip büktükten, koklayıp içtikten sonra bilmiş bilmiş başımı sallayarak üç numara diyorum. Sadece Kubilay biraz da sürüden ayrılan kurt misali beş numaralı kadehi işaretliyor ve magazinci olmanın viski tadımında birinci olmaya engel olmadığını hepimize gösteriyor.
Ama buraya kadar.
Ä°ÅŸ yapmamız istenen karışıma gelince onun ÅŸansı bile birlikte harmanladığımız viskinin sonuncu olmasını engellemiyor.Â
Birinciler elbette Teoman Hünal ile Ahmet Örs. Onların harmanı Alex tarafından müthiş dengeli ve handiyse mükemmel olarak takdis ediliyor.

Haberin Devamı

VÄ°SKÄ°DE MELEKLERÄ°N PAYI

Tadım sonrası damıtım evini
geziyoruz.
Pırıl pırıl pirinç kazanlardan süzülüp imbiklerden geçerek damıtılan bu şeffaf mayinin üretim sürecini izliyoruz. İki yüz yıllık tarihi olan bu sihirli içki, hepimizi büyüleyen o altın rengini, meşe fıçılarda bekleyip demlendikten sonra alacak.
Sırada mahzenler var. İçeri adım attığımızda burnumuza buharlaşan alkolün keskin kokusu geliyor. Meleklerin payı bu. Burada, bu viski diyarında demlendikçe eksileni meleklerin içtiğine inanılıyor.
Ardından kilit altında tutulan Royal Salute fıçılarının saklandığı ve pek az faninin tadabildiği 38 yıllık Chivas’ların durduğu bölüme geliyoruz.
Kehribar renkli viski şimdi amber renginde. Ve bir yudumu mücevher değerinde.
Saniyede iki ÅŸiÅŸe ortalamasıyla yılda yaklaşık 4 milyon 600 bin fıçı satılan Chivas tesislerindeki son durağımız bu rutubetli mahzen. AkÅŸam yemekten önce en genci yirmi beÅŸ yıllık viskilerden mamul Chivas 25’i tadacağız. Aynı viski 10 Ocak’ta Esma Sultan’da yapılacak bir davetin ardından Türk Chivas severlerle buluÅŸacak. Ve bu harmanın yaratıcısı Collin Scott geceye katılacak. Kendisiyle tanışacağım. Ve gelecek hafta size bu ustanın aÄŸzından Chivas 25’i anlatacağım.Â

Yazarın Tüm Yazıları