Güneş batmış, akşam olmuş, aldırmadık denize atladık, yağmurda yüzmenin keyfini yaşadık
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Göcek koyları, Kos, Fethiye Hillside.
Koca yaz pinekledim durdum.
Yaptığım üç kısa yolculuk, saydığım bu üç yere.
Göcek’ten bindiğimiz tekne ile koyları dolaşmamız beş gün, Hillside üç gün, Kos topu topu bir gün sürdü: Gittim, gördüm, döndüm.
Hillside önümüzdeki haftanın yazısı olsun. Biz Göcek’ten başlayalım.
İstanbul’dan arayıp Göcek’ten kalkacak ve allandıra pullandıra anlattıkları Feliçita ile yapılacak Mavi Yolculuğa davet ettiklerinde ikiletmeden katılacağımı söyledim. Ama şu güzelim yolculuğu keşke biraz daha geç bir tarihte yapsaydık diye de düşünmedim değil.
Hep öyle denk geldiği için mi bilmem, Mavi Yolculuk mevsimi benim için ya yaz başı ya sonudur.
Oysa teklif ağustos ortası için geçerli.
O günlerde de burası nasıl sıcak anlatamam. Cami hoparlörlerinden yaşlıların ve çocukların gerekmedikçe sokağa çıkmamaları anonsu yapılıyor. Herkes penceresini kapamış, klimasını açmış, sinek uçmuyor. Burnunu uzatanlara da kahraman gözüyle bakılıyor.
Burası böyle yanıp kavrulduğuna göre Göcek kimbilir nasıl diye düşünmemek elde değil. Gene de, dediğim gibi, mırın kırın etmedim. Zaten Talha ve Yonca cehenneme davet etseler giderim, o da başka.
Program yapıldı: Onlar İstanbul’dan Dalaman’a gelecek, ben buradan karayolu ile gideceğim.
Mus, düz yolda bile kaybolma becerime yüz kez tanıklık etmiş biri olduğu için olsa gerek, aynı güzergahı on kez yapmış olmama aldırmadı, kendince önlemini aldı: Şu saatte yola çıkarsanız yaklaşık bu saatte şurada olursunuz, orada bir kahve molası verir yola devam edersiniz, dört saat sonra da tekneye gelirsiniz diye uzaktan kumanda seyir haritası çizdi. Gel gör ki yolu şaşırıp Marmaris’e uğrayacağımı, durduk yerde havaalanına sapacağımı, mıcır kaygısıyla kaplumbağanın bile bizi sollayacağını bilemedi.
Zaten ne zaman evdeki hesap çarşıya uymuş ki? Bu da uymadı. Üç buçuk saatlik yol, git git bitmedi.
YAĞMUR BİZİ BOZMAZ BİZ İLLA Kİ YÜZERİZ
Göcek’e vardığımda dört kişilik küçük grubu çoktan kıçtaki minderlere serilmiş buldum. Mübaaya yapılmış, biralar açılmış... Gençler ertesi gün gelecekler.
Feliçita otuz metreye yakın güngörmüş bir gulet. On beş yıllık oturaklı, ahşap bir tekne. Mustafa Kaptan ve ekibi yani küçük Mustafa, Sezgin, Raşit; hepsi beyaz şort, laci tişörtlü, hepsi alesta.
Ertesi gün yeniden limana gireceğimiz için uzun yol almadık. İki burun sonraki koya, gecelemek için demir attık.
Şimdi hatırlamıyorum kim, biri, burnunu havaya dikip, yağmur yağacak dedi. Delirdiğine kanaat getirip, üstüne gitmedik. Demeye kalmadı, sağanak. Yirmi yıldan beri ağustosu güneyde geçiririm ve bir kez bile bu ayda yağmur yağdığını görmedim. Şaşırdık. Güneş batmış, akşam olmuş aldırmadık, denize atladık...
Yağmurda yüzmenin keyfini yaz ortasında yaşadık.
Hava, izleyen üç gün süresince serindi.
İlk durak, Köyceğiz.
Aslını söylemek gerekirse, gitmeden önceki tek kaygım hava sıcaklığı değildi. Koyların tıka basa olacağını, teknelerin koyun koyuna yatacağını, yanınıza yaklaşanların gürültüsünden sohbet koyultamayacağımızı, açılmadan sintine boşaltan sorumsuz kaptanlardan ötürü temiz koy bulunmayacağını düşünmüştüm.
Yaz boyu Göcek hakkında hep bu minval yazılar yazılmış, ülkenin bu canım koylarının da bilinçsiz denizciler, lakayt belediyeler, haris zenginler tarafından yağmalandığı anlatılmıştı.
Korkum biraz da bundandı.
Ne Köyceğiz’de ne ertesi gün gittiğimiz Dalyan’da; ne serin havayı fırsat bilip gezdiğimiz Kaunos’ta, ne de demir attığımız herhangi bir koyda benzer bir manzarayla karşılaşmadım.
Ekincik dışında.
EKİNCİK’TE İNŞAAT İZNİNİ KİM VERDİ?
Bilenler bilir: Ekincik, Göcek’in en sevimli yeridir.
Çam dallarının suya değdiği küçücük bir koy düşünün. Akdeniz o dallar altında ne ak ne mavi; koyu yeşildir. Orada demirlemek için erken kalkmak, erken varmak, yer kapmak gerekir. Zahmete değer çünkü bu dantel sahilde, Ekincik bir tanedir.
Kaunos gezisi düşündüğümüzden uzun sürdüğü, bir de Dalyan’da balık yumurtası peşine düşüldüğü için Ekincik’e gece geç saatte vardık. Farkına varmadık.
Ben sabahçıyım. Erken kalkanlardan. Diğerleri uyurken kahvemi içer, kitap okur günün ağarmasını, hayatın başlamasını beklerim. O sabah hepimiz, en uykucumuz bile erkenden dozer sesleriyle uyandık. Ekincik’te, doğal SİT alanı olduğunu bildiğimiz, gelip geçerken durup yüzerken, ‘İyi ki böyle en azından buraya dokunulmaz’ dediğimiz Ekincik’te, baktık hummalı bir inşaat sürmekte. Deniz kıyısında bir tesis mi, marina mı, hem tesis hem marina mı, artık adı her neyse iri boy bir meret yapılmakta. Üstelik de adı fena halde Honey Money’i hatırlatan My Marina.
İzni var mıdır? Varsa kimden almıştır? Doğal sit alanı olan Akbük’teki yağhanenin tadilatı sırasında çatısını üç santim yükseltti diye yıkım emri veren, Bitez’deki eski evinin penceresini biraz genişletti diye milyar liralık cezalar kesen Muğla’daki Anıtlar Yüksek Kurulu verdiyse bu ruhsatı nasıl vermiştir? Tek çivinin çakılmasının yasak olduğu inşaat mevsiminde dozerler nasıl olur da fütursuzca taş taşır ve neden fotoğraflarını çekmek isteyenlere sataşır? Anlayan varsa beri gelsin!
O beş günlük yolculuğun en sevimsiz anısı o inşaattı.
Gerisi, masal.
Evet, Feliçita tek kusuru c harfine takılmış kuyruğu ile kusursuz bir tekneydi. Kusursuz dediysem mükemmel değil. Ne de olsa yaşlanmış. Ama yine de güngörmüş asilzadeler gibi vakarlı, edalı.
Kuşkusuz bu sahillerde Feliçita’dan daha genç daha albenili başka tekneler var. Ama onu biricik kılan; Mustafa Kaptan.
PEKSİMET SALATASI YEDİNİZ Mİ HİÇ?
Yıllardır kah Gökova, kah Kekova Mavi Yolculuğa çıktım. Eş dost teknesinde sefa da sürdüm, gözü kapalı kiraladığımız kimilerinde cefa da çektim. Ama hiçbirinde Mustafa Kaptan gibi bir kaptanla karşılaşmadım. Şekerdiler, konukseverdiler; gözlerini ufka dikip susar, o suskunluklarıyla yedi denizin masalını anlatırlardı ama gene de Mustafa Kaptan başka.
Bodrumlu. Arkeoloji tutkunu. Taam avcısı. Agáh.
Ne istediğimizi, beklentilerimizi anında çözdü.
Ne haddinden fazla yakın ne haddinden fazla uzaktı.
Üşenmedi, yol yaptı, rüzgar yedi bizi, o yabanıl kıyılarda gezdirdi.
Ve hayatımızda yemediğimiz yerel yemekler yedirdi.
Loku pilavı, peksimet salatası, özel zeytinyağında marine edilmiş ahtapot, buharda beyaz akya.
Hangi birini anlatsam?
Döndüğümden beri eve gelen herkese tarifini verdiği loku pilavından yapıyor ve cuma pazarında sözünü ettiği satıcıdan aldığım peksimetlerle Mustafa Kaptan salatası yapıyorum. Beğenmeyen çıkmadı.
İçin rahat olsun kaptan! Öğrencin de fena değil anlaşılan.