Eksildik ve geçmişimizi temize çektik hayallerimizi de teknelere bindirdik

Teknenin kıçında oturmuş konuşmadan denize bakıyoruz.

Sekiz kişi.

Kimimiz oradan kimimiz buradan gelmiş Martı Marina’da buluşmuşuz.

Bütün kış bu hayalle geçti.

Tekne hayaliyle.

Nereden olursa artık, Bodrum, Göcek, Marmaris herhangi bir limandan, hangisi olursa artık gulet, tirandil, yelkenli bir tekneye binecek ve kış boyu biriktirdiğimiz ne varsa denize dökeceğiz: Sinir, kaygı, endişe, öfke, yorgunluk... Ne varsa.

Dökecek ve döneceğiz.

Yeniden sinir, yeniden kaygı, yeniden endişe, yeniden öfke, yeniden yorgunluk yüklenmek ve kış boyu bir araya gelebildiğimiz ender zamanlarda yeniden Ege’nin bir limanından herhangi bir tekneye binip denize açılma hayali kurabilmek için.

Adı ister Frenklerin dediği gibi Cercle vicieux ya da eskilerin dediği gibi fasit daire olsun, halimiz kuyruğu ağzına girmiş yılan tasviri gibi.

Biliyoruz, biliyoruz da elimizden gelen bu.

Başını alıp gitmeler, gidilebileceğini sanmalar, aşık olmalar, aşkını biricik sanmalar çağı geçti çoktan.

Yaz denince aklına kor düşen, sonunda küle dönen biz değildik sanki.

Eksildik ve ’geçmişimizi temize çektik’.

Hayallerimizi de... Teknelere bindirdik.

İLK SÖZÜ SÖYLEYENİLK GÜNAHI İŞLEYECEK SANKİ

Bir gün önce gelenler, mübayayı yapmış, denizin rehavetine kendilerini kaptırmışlar bile.

Sıcak inmiş ama akşam çökmemiş.

Yaz günlerinin bitmek bilmez mahmur ikindileri vardır ya onlardan biri.

Kıçta oturmuş tek kelime etmeden denize bakıyoruz.

İlk sözü söyleyen ilk günahı işleyecek sanki.

Sonra Alev gözleri ufka dikili, duyulur duyulmaz bir sesle "Mavi huydur bende" dedi. Çanaklarından söz ediyor sandık. Ne zaman ki daha da kısık bir sesle "Edip’i özledim" diye ekledi o zaman anladık.

Kimse hangi Edip diye sormadı.

Mavinin rakı gibi, şiir gibi, karanfil gibi, kendine dadanan bir huy olduğunu söyleyecek Cansever dışında Edip mi var ki?

Selimiye’nin arka koylarından birine demirliyoruz.

Tenha.

Bir biz varız bir de Ferideile Atilla.

Şükür, bağlanacak dal bulunmayan, sessizliğinin sarhoş naraları ile yarıldığı, müziği sonuna kadar açan onlarca teknenin koyun koyuna yattığı koylardan değil burası.

Önden gelenler yani şanslı dörtlü, geceyi Bozburun’da geçirmiş, akşam yemeğini de Orfoz’da yemişler. Handiyse bir yıl önce yapılan programı bozup onlara bir gün geç katılmamızı burnumuzdan getirmek için ballandıra ballandıra yediklerini içtiklerini anlatıyor, bu küçük köyün bu küçük lokantasında yenilen yemeklerin başka yerde kolay kolay bulunmayacak nefasette olduğunu söylüyorlar.

Şanslı dörtlüden biri Türkiye’nin en iyi erbaplarından olmasa bizi kıskandırmak için abartıyorlar diyeceğim ama her konuyla dalgasını geçebilen ama iş yemek konusuna geldi mi dünyanın en ciddi adamı kesilen Mert bile böyle söylüyorsa ne yapıp etmeli dönüş yolunda rotayı Orfoz’a çevirmeli diyoruz.

Lüksün şeytan gibi ayrıntıda gizli olduğu yer

Bir de dillerinden düşmeyen ikinci bir yer var ki, adı bana aşina. Sabrina’nın Yeri.

Bundan yirmi yıl önce bir delilik anımda, motorla, o zamanlar yaz aylarında Bozburun’u mesken tutan arkadaşlarımla buluşmak için adı gibi boz bu küçük köye gitmiş, orada kaldığım süre içinde Sabrina’da konaklamıştım.

BAKICIYA ÁŞIK OLAN SABRİNA

Dillerinin dönmediği Sabrina adını Sabiha’ya devşiren köylüler, uzak diyardan gelen ve köyün gençlerinden birine aşık olduğu için memleketine dönmeyip koyun ucundaki köy evini pansiyona dönüştüren bu garip yabancının öyküsünü anlatmışlardı.

Sabiha kız ufacık tefecikti emme tuttuğunu koparır cinstendi.

Önceleri yaptıklarına akıl sır erdirememişlerdi.

İşe, yerine plastiklerini koydukları için fırlatıp attıkları tahta iskemleleri toplamakla başlayıp bulduğu kırık dökük eşyaları onarmış, her birini deli fişek renklere boyayıp, oraya bir masa atmış, buraya bir oya asmış sonunda iki kuruş üç paraya benim gibi şehirlilerin pek beğendiği Sabrina’nın Evi’ni açmıştı.

Üstelik balıkçı yolu gözlemekten de sıkılıp, uğruna memleketini terk ettiği gençten ayrılmış, denizle dağ arasına sıkışmış bu garip köyü terk etmekten başka şey düşünmeyen gençlere inat buralara yerleşip kalmıştı.

İşin gerçeği elbette onların anlattıkları gibi değildi.

Küçük pansiyona girdiğiniz anda farklı ve zevkli bir kadının dünyasına adım attığınızı anlıyordunuz.

Doğup büyüdüğü ülkeden kaçmasının nedenini de ancak tahmin edebiliyordunuz. Orada kaldığım süre içerisinde densizlik edip kendisine bu konu hakkında soru soranları nasıl geçiştirdiğini görmüş, mühürlenen dilinin gerisinde balıkçı delikanlıya duyulan aşktan öte bir hikaye olduğunu sezmiştim.

Sonra gel zaman git zaman onu da o küçük pansiyonda geçirdiğim günleri de unuttum.

Geçen yıl Nur Çintay’ın yazdığı Sabrina yazısı beni yeniden eskilere götürdü. Yazıdan anlaşıldığı üzere bu kuzeyli kadının, bu boz diyarda elleriyle yaptığı mekan hálá yörenin en güzel yerlerindendi. Şaşırmadım.

Tıpkı bizimkiler de anlattığında şaşırmadığım gibi.

Sonra yavaş yavaş anlatılan yerin aynı yer olmadığını anladım.

Tamam adı aynı kalmıştı: Sabrina. Sabrina’nın pansiyonu el değiştirmiş, küçük bir otele dönüşmüştü.

Önce içim cız etti.

Ama neden olmasındı ki? Arkasına bakmadan gelenler arkasına bakmadan da giderlerdi. İyi de ederlerdi.

Sabrina Haus’a işte bu duygularla gittim.

Ben aslında geçmişe özlem duyan biri değilimdir.Yeniliği, değişikliği severim. Yeter ki gelen gideni aratmasın.

Aratmamış.

Hem de hiç.

Sabrina’nın yeri, her biri farklı renge boyalı iskemlelerin farklı renge boyalı tahta masalar çevresine dizildiği, çay bardaklarının kulplarına nazar boncuklarının geçirildiği zevkli ama basit bir yerdi. Sabrina Haus ise müthiş zevkli ama lüks bir yer.

Aman ha lüks deyince aklınıza pahayı baş tacı eden, sadelik yerine gösterişi, şatafatı, debdebeyi seçen, bu kıyılarda örneğine bolca rastladığımız, bulunduğu coğrafyadan bihaber yerlerden biri gelmesin.

LÜKS AYRINTIDA GİZLİ

Sabrina Haus lüksün şeytan gibi ayrıntıda gizli olduğu bir yer.

Sahile dizili şezlonglardan, odalarda kullanılan cibinlik kumaşlarına, servis elemanlarının kıyafetlerinden, bardak altlıklarına kadar bu böyle.

Bundan bir süre önce Mesut Gümüştaş ve eşinin yolu biraz da rastlantısal olarak Bozburun’a düşmüş. Düşüş o düşüş. Tam da o sıralarda artık emekli olmayı düşünen Sabrina’dan Bozburun’un bu ayrıksı pansiyonunu satın almış ve yılların yorgunluğunu silmek için hummalı bir çalışmaya girişmişler: Üç ay gibi kısa bir süre içerisinde başardıklarını görmek için ya hálá ancak deniz yoluyla gelinebilen Sabrina Haus’a gelmeli ya da web sayfasını ziyaret etmelisiniz. Her biri farklı açılardan denizi gören 14 odayı, girişteki lobiyi, beyazın egemenliğini, lekeler halinde kullanılan camgöbeği rengini kısaca başardıkları her şeyi görmeye değer.

Adres: www.sabrinashaus.com
Yazarın Tüm Yazıları