Her zaman bir kadını tanımanın en kestirme yolunun onun evine gitmek olduğunu düşündüm. Ev kadar insanı ele veren az şey vardır.
Ne kılık kıyafet, ne duruş oturuş, ne de bilgi birikimi bir kadını evi kadar doğru yansıtır. Tanımadığınız ya da az tanıdığınız birinin evine adım atmak, bir anlamda onun iç dünyasının da kapısını aralamaktır. Seçtiği renkler, nesneler, evine gösterdiği özen ya da boş vermişlik birer ipucudur. İpin ucunu bulup çekmeye görün, yumak çözülür.
Kimi evler, özellikle de göstermelik düzenlenmişleri bazen insanı yanıltır.
Yanıltmayan tek şey, sofralardır.
Siz hiç tuzluğundan örtüsüne, tabağından kaşığına, çiçeği, mumu, sahanı lengeri ve elbette basitinden allengirlisine, hazırından zahmetlisine, dakikada kotarılmışından pişirirken pişmişine ortaya konan yemekleri ile birbirinin tıpkıbasımı iki sofra gördünüz mü? Ben görmedim.
İşte onun için sofra kadınların aynasıdır, derim.
Aslında lafa neden böyle başladım, bilmiyorum. Şimdi "Söz ettiğin kadınlar bir eli yağda, diğeri balda yaşayan bir avuç azınlık. Bir lokma ekmek bulamayan, kimi zaman aç yatıp aç kalkan bunca kadın varken sen tutmuş mumdan peçeteden dem vuruyorsun" diyen e-maillere boğuşacağım ama başladım bir kere... Oldu olacak, bitireyim.
Söz ettiğim kadınlar, köylüsünden kentlisine, yaşama sevincini yitirmemiş kadınlar. Diğerlerinin, yani yoksulluğun biçtiği, yaşayan ölüler haline getirdiklerinin aynası, elbette evleri değil. Onların aynası, umutsuzluğun birer kara deliğe dönüştürdüğü gözbebekleri.
Ama konumuz bu değil.
Geçen hafta gene kar yağıp eve mahkum olduğumda, baktım dışarı çıkılamayacak, ben göze alsam da davetlim daveti başka bir bahara bırakacak; bu haftanın kurtarıcısı olarak son günlerde sofralarına konuk olduğum arkadaşlarımdan söz etmeye karar verdim.
Ama düşündükçe sofradan söz etmektense yemeklerden söz etmenin, bunun en iyi yolunun da yemek kitaplarını tanıtmaktan geçtiğini düşündüm.
Ve son zamanlarda edindiğim kitaplar içerisinde üç tanesini seçtim.
İlki Gönül Paksoy’un ikinci cildini yayınladığı Yemek İçin Tasarımlar’ı, diğeri Lale Apa ve Bedriye Medina’nın ortak çalışması Remix’ler, üçüncüsü ise Ülkü Necipoğlu’nun yazdığı ve ikinci baskısı yapılan Türk ve Batı Mutfağından Yemek Tarifleri.
Bu üç kitabı seçme nedenime gelince yazarlarının benzer çevrelerin insanları olmalarına karşın farklı yaş diliminden kadınlar olmaları.
GÖNÜL PAKSOY
Bugün ne pişirsem diye düşünenler için değil
Gönül Paksoy, bilinen bir isim. Kelimenin tam anlamıyla tasarımcı. Bu tanım, tasarladığı giysiler kadar yemeklerine, daha da ileri gideyim, elinin değdiği her şeye uyuyor. Onun yaptığı paketi, dizdiği kolyeyi, boyadığı kumaşı ya da püsküllü mısır kabuğunda pişirdiği uskumruyu görüp de etkilenmemek mümkün değil. Yılda iki kez verdiği kalabalık yemek davetine gidenler, yaptığı yemeklerin ne kadar sıra dışı, bir o kadar da estetik olduğunu bilirler. Yemeklere uzun uzun bakılır, övgüler yağdırılır sonra soru işaretleriyle tadılır.
Soru işaretiyle tadılır, çünkü tattığınız şey her ne ise; alışık olmadığınız, o güne kadar birlikte kullanıldığını görmediğiniz malzemelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir tattır. Yabani sebzelere meyveler eşlik eder, adını duymadığınız bitkiler salataları süsler, kullanılan baharatın ne olduğunu anlamak bulmaca çözmeye benzer.
İşte, Yemek İçin Tasarımlar kitabında da o davetlerde yaptığı yemeklerin tarifini veriyor Paksoy. Kitabı açar açmaz, farklı ve farklılığının farkında bir kadının sofrasına konuk oluyorsunuz. Benim gibi bütün tarifleri okuyup bitirdiğinizde ise bu işin tarif okumakla ilgisinin olmadığını, içine bolca yaratıcılık, emek ve aşk katmadıkça onunkiler gibi yemek yapamayacağınızı anlıyorsunuz.
Her ne kadar kullanılan bütün malzemenin yerel pazarlardan satın alındığını söylese de mor karnabahar, Çin lahanası, ham kavun, dev kabak, kestane mantarı, çiriş ve benzeri zerzevatın köşedeki manavda satılmadığı gerçek. Nitekim Gönül Paksoy da onun tutkusunu bilen arkadaşlarının ender bulunan sebzelerle karşılaştıklarında hemen alıp ona yolladıklarını söylüyor. Diyeceğim o ki, söz konusu kitap tarifleri birebir uygulamak isteyenlerden çok yemek yapmanın ve onu sunmanın yaratıcılıkla birleştiğinde nasıl sıradan bir uğraştan çıkıp sanata dönüştüğünü görmek isteyenler için biçilmiş kaftan. Bu gün ne pişirsem diye düşünenler için değil.
LALE APA, BEDRİYE MEDİNA
Hayattan geri kalmak istemeyenlere
İkinci kitap Lale Apa ve Bedriye Medina’nın Remix serisi. Remix’ler daha çok zamanı dar olduğu halde ağız tadından ve sofra adabından vazgeçmek istemeyen kadınlar için hazırlanmış.
Lale’yi de, Bedriye’yi de tanırım.
İkisi de çalışan, düşünen, yaratan ve büyük şehir yaşamının dayatmalarına zamanlarını doğru kullanarak kafa tutan modern kadınlardır. Çocukları ile de birebir ilgilenir, spora da gider, dostlarını da lokantada değil, özenle kurdukları sofralarda ağırlarlar. Hal böyle olunca, yazdıkları kitap da kendileri gibi yaşayan kadınlara yönelik.
Yorgun bir günün sonunda eve geldiğinizde yüksünmeden yapabileceğiniz pratik yemek tariflerini içeriyor. Aman sakın sade suya tirit çorbasından söz ettiğimi sanmayın! Tersine, hemen her tarif kolay uygulanabilir olmasına kolay ama bir o kadar da sağlıklı ve leziz. Bütün ayrıntılar düşünülmüş. Televizyon karşısında, teknede, bahçede yenecek; pazar sabahı çat kapı gelen dostlara sunulacak, kış gecelerinde içinizi ısıtacak, yaz günü ferahlatacak ve her kadının kábusu olan resmi davetlerde yüzünüzü ağartacak tarifler bunlar.
Okuduklarını birebir uygulamak isteyenler ve bugün ne pişirsem diye düşünenler için birebir.
ÜLKÜNECİPOĞLU
Anne mutfağını özleyenlere
Üçüncü kitap ise Ülkü Necipoğlu’nun. Kitabının ismi Türk ve Batı Mutfağından Yemek Tarifleri.
Kendisi komşum ama henüz tanışmadık.
Buna karşılık kitabını okuduktan sonra bir kez telefonda konuştuk. Soyadı tanıdıktı.
Konuşurken, Bizans tarihi ile ilgilenenlerin yakından tanıdığı bir ismin, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim üyelerinden Nevra Necipoğlu ve Amerika’da Sanat Tarihi profesörü olan Gülru Necipoğlu’nun annesi olduğunu öğrendim. Yemek kitabı yazmasının nedenini sorduğumda da "’Marifet iltifata tabidir’ derler ya, bana kalsa böyle bir kitabı asla yazmaya cesaret edemezdim. Kendimi hiç yemek ustaları arasında saymadım. Ama soframda ağız tadıyla yemek yenmesi için özen gösteririm. Bu gayret genelde başarıyla sonuçlanmış olsa gerek, eşim dostum, ailem bilhassa damadım, bir süredir notlarımı kitaplaştırmam için ısrar ediyorlardı. Önce aldırmadım ama ailemden ve dostlarımdan öğrendiklerimin benimle yitip gidebileceklerini düşündüğümde inadımdan vazgeçtim. Kitabımda iddialı olduğum tek bir unsur var: O da okunulan tariflerin harfiyen uygulanmaları halinde alınacak neticelerin tatminkar olacağı. Bir de gurur duyduğum başka bir şey var: O da ölmüş ailem ve dostlarımdan öğrendiklerimi isimleriyle yaşatmış olmam. Bu kitap benim değil, hepsinin eseri" dedi.
Sonra kızlarına nazire yaparak, "Bir de sadece bilim kadınları mı kitap yazar? Benim gibi ev kadınları da yazar, üstelik yazdıkları ikinci baskı yapar" diyerek, kahkaha attı.
441 tarifin yer aldığı kitabı karıştırdığımda annemin sofrasına oturmuş gibi oldum. Çerkes tavuğundan zeytinyağlı dolmaya geleneksel lezzetlerin yanı sıra parçalanmış yufka böreğinden kolayca yapılıveren pizzaya, bilenin "el kantar göz tartar" usulüyle çabucak yaptığı, ancak püf noktalarını bilmeyen acemilerin çuvallayacağı tarifler ile karşılaştım. Ülkü Hanım bu derdi bilmiş ve tarifleri verirken püf noktalarını es geçmemiş.
Hem anne mutfağını özleyenlere, hem bu gün ne pişirsem acaba diye düşünenlere merhem olacak bir kitap yazmış.