AVRUPA Birliği'nin Başbakanı ilk kez Türkiye'ye geliyor. Tam kırk yıl önce Avrupa ile Ortaklık Anlaşması imzalandığı yıl, Türkiye'ye gelen Alman Walter Hallstein'den sonra bu ilk ziyaret.
Bu seviyedeki ziyaretler demek ki, Avrupa'nın Türkiye ile önemli kararlar almak durumunda kaldığı dönemlere rastlıyor.
Türkiye ile yakın ilişkileri olan, hatta bir zamanlar Turgut Özal'ın özelleştirme danışmanlığını yapması gündeme gelen Romano Prodi, bizi çok iyi tanıyor. Türkiye'ye daha önce de gelmiş olan bir siyasetçi.
Ama, Komisyon Başkanı olarak Türkiye'ye ilk kez gelmesi boşuna değil.
Bu ziyaret, Türkiye'nin Avrupa perspektifi ve 2004'ün, sadece bizim açımızdan değil, Avrupa gündeminde de ciddi ve önemli bir konu olarak yer aldığını gösteriyor.
Bu olumlu bir işaret, ancak Prodi'nin açıklamalarındaki abartılı temkin, cesaret verici olmaktan uzak.
Prodi, gerek Türk medyasına yaptığı açıklamalarda, gerek yabancı basında yer alan demeçlerinde, ‘‘Diğer adaylardan olduğu gibi, Türkiye'den de Kopenhag kriterlerine titizlikle uyması isteniyor’’ diyor.
‘‘Bu da yetmez, uygulamaya bakarız’’ diye vurguluyor. Özgürlüklerle ilgili reformların özellikle Güneydoğu'da hayata geçirilmesinin önemi üzerinde duruyor.
Buraya kadar tamam. Ama müzakerelerin başlaması için tavsiyede bulunacak olan organın başı, Türkiye ile ilgili karar vermenin zorluklarını sayıp dökmeye başlayınca, aşırı temkinin altında isteksizlik yattığı izlenimi doğuyor.
Örneğin, CNN'de Mehmet Ali Birand ve Zeynel Lüle'ye konuşurken, ‘‘Türkiye Malta değil’’ diyor. Kriterlerle ne ilgisi var nüfusun? Elmalarla armutları karıştırıp, kriter olmayan kriterler yaratılınca doğal olarak karamsarlık yayılıyor.
Şüpheler derinleşiyor, isteksizlik yaygınlaşıyor. Oysa Türkiye, yeni ve iyimser bir ruh haliyle bu yıla başlıyor.
* * *
PRODİ'nin gündemindeki bir diğer önemli konu da Kıbrıs. ‘‘Kıbrıs Mayıs'ta Avrupa Birliği üyesi olacak. Katılım anlaşmasını imzalayıp kapatacağız. O tarihe kadar anlaşma sağlarsanız ne álá’’ diyor.
Yoksa? Müzakereler mayıstan sonra da devam edebilir, ama sağlanacak uzlaşmanın öngördüğü hukuki ayarlamalar Katılım Anlaşması'nın dışında kalır.
Anlaşmanın yeniden müzakereye açılamayacağının hukuken doğru olduğnu söylüyor uzmanlar. O zaman Kıbrıs Türkleri ve Türkiye'nin hakları ne olacak? Avrupa hukuku ve müktesebatına tabi olacak. Öyle bir durum ortaya çıkıyor ki, Mayıs'a kadar anlaşma sağlanamazsa ondan sonra her durumda Türkler azınlık, Türkiye yabancı güç konumunda kalacak. Garanti anlaşmalarının geçerliliği bile tartışmalı.
Diyelim ki mayıs ayında Kıbrıs çözümlendi. Ama bu da Avrupa Birliği'nin tam üyelik müzakerelerini başlatacağı anlamına gelmiyor. Garanti değil. Bu o kadar garip bir durum ki Prodi bile ‘‘çifte fedakarlık’’ diyor.
* * *
AVRUPA Birliği, henüz ortağı olmasa bile, ortaklık alanı içinde bulunan Türkiye'ye karşı bu kadar taraflı davranamaz.
Bir müzakere sürecini, ‘‘teslimiyet’’ süreci haline dönüştürecek olan bu yaklaşım, yapıcılıktan ve çözüm için cesaret verici olmaktan çok uzak.
Avrupa Birliği, 1 Mayıs'ta Kıbrıs'ı tam üyeliğe alıyorsa, bu kararın ilan edildiği Haziran Zirvesi'nde, Türkiye'yi de cesaretlendirmelidir.
Tabii ki, o zamana kadar reformları hızla hayata geçirmek bizim işimiz. Ama eğer Türkiye tam üyelik müzakereleri için hazırlıklarını hızla tamamlıyorsa, Kıbrıs'ta çözüm için siyasi irade ortaya koymuşsa, Haziran Zirvesi'nde de Avrupa Birliği, Aralık ayını beklemeden Türkiye'ye ilk olumlu mesajını vermelidir.