BUGÜN size, bir süredir uzaktan izlediğim bir çalışmayı anlatmak istiyorum.
Engin Akın ve Mirsini Lambraki, biri Türk diğeri Yunanlı iki kadın, dünyanın en zor şeylerinden birini, Türk ve Yunan mutfağıyla ilgili bir yemek kitabını ortaklaşa hazırladılar.
Bir Yunanlı ile Türk'ün ortak yemek kitabı hazırlaması çok zordur, çünkü Türk ve Yunan kadınları arasındaki mutfak tartışmaları, musakka- dolma patent hakkı çekişmeleri kıta sahanlığı sorununa benzemez. FIR hattı anlaşmazlığı, ‘‘avgo lemone’’ ya da Türkçe adıyla ‘‘terbiye’’nin Türk mutfağına mı yoksa Yunan mutfağına mı ait olduğu konusundaki anlaşmazlığın yanında solda sıfır kalır.
Bunlar tarihi, ideolojik ve siyasi kökenleri çok daha derinde sorunlardır.
‘‘Yunanistan ve Türkiye Aynı Masada’’ adlı kitap Atina'da Rumca olarak yayınlandıktan sonra tartışmalara neden oldu.
Bazı çevreler, Türk mutfağı ile ilgili araştırmalar yapan,Vatan Gazetesi yemek yazarı Engin Akın'ın verdiği 70 tarifenin birçoğunun aslında Yunan mutfağına ait oldukları iddiasındaydı.
Hatta, kitabın Atina'daki tanıtımı sırasında Engin Akın, kendisiyle röportaja gelen bir gazetecinin ‘‘Türk mutfağı yoktur deniliyor. Ne düşünüyorsunuz?’’ sorusuyla karşılaştı.
Bu yaklaşım, Yunan mutfağıyla ilgili çevrelerde özellikle 20'nci yüzyılın ikinci yarısında 68 kuşağıyla birlikte ortaya çıktı.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki yemek kitaplarında, Yunan mutfağının manastırlarda geliştiği, Fransızların kendi mutfaklarını, Avrupa'ya giden Yunanlı keşişler sayesinde oluşturdukları ileri sürülürmüş. Yemek kitabını çeviren Ante Kara, ‘‘File minyon’’un bile Yunan mutfağının ürünü olduğunu iddia eden yemek yazarlarından söz etmişti bir karşılaşmamızda.
Kara, 20'nci yüzyılın ikinci yarısında ise ‘‘ninemin reçeteleri’’ modasının başladığını anlatmıştı. Annelerden, ninelerden yemek tarifleri öğrenildi. Bu insanların birçoğu, Anadolu ile Yunanistan arasındaki değişim dönemlerinin insanları, dolma, börek, köfte mutfaklarının kadınlarıydılar. Yunan mutfağının özelliğini file minyonlar yerine, dolmalar, pilakiler oluşturmaya başladı.
* * *
‘‘YUNANİSTAN ve Türkiye Aynı Masada’’nın açtığı tartışmanın nedenini düşünürken bir kitap geldi aklıma. Geçen yıl İletişim yayınlarından çıkan kitabın adı; ‘‘Yunanistan ve Doğu'dan Gelen Tehlike Türkiye’’. Yazarı, Atina Pantion Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler ve çatışma analizleri dersleri veren Alexis Heraclides. Kitabın çevrilip Türkiye'de yayınlanmasını Andreas Papandreu Vakfı istemiş ve desteklemiş.
Yunan milli kimliğinin oluşum sürecini, Türk-Yunan karşıtlığının kökenlerini inceleyen çalışmasında Heraclides, Yunan okul kitaplarında ‘‘Vatanımız nedir?’’ sorusunda vurgulanan temel öğelere değiniyor.
‘‘Dünya kültürünün ve evrensel ahlaki değerlerin kaynağı olarak Yunanlıların üstünlüğü, antik yıllardan günümüze devamlılık; binlerce yıl içinde bozulmadan korunan bir milli kişilik, komşu olunan ya da birlikte yaşanılan halklardan (Türkiye, Arnavutlar vs) etkilenmemiş olmak’’ ve tabii ki onları küçük görmek. Yunan toplumsal tepkisini anlamaya çalışırken bu psikolojik unsuru gözden uzak tutmamak gerektiğini vurguluyor araştırmacı.
‘‘Kimi Yunanlılar için en kısa fıkra, Türk uygarlığıdır’’ diyen Yunanlı araştırmacıyı okudukça Atina'daki, mutfak iddialaşmasının köklerinin ne kadar derinde olduğu daha iyi anlaşılıyor.
* * *
YUNANİSTAN'da herhangi bir eve gittiğimizde ya da bir lokantada çok benzeyen bir milli kimlik oluşum sürecine sahip olduğumuz için- aynı şaşkınlığı biz de yaşamıyor muyuz?
Şaşırıyoruz çünkü bilmiyoruz ki mutfağın milliyeti yoktur. Dini vardır, ama esas olarak coğrafyası vardır. Engin Akın, ‘‘Benim dolmamın tarifi ile onunki farklı. Ama yemek, sonunda bir insanlık kültürü’’ diyor.
Söz yemekten açılmışken, Sevgililer Günü’nü bahane edip, sevdikleriniz için buyurun mutfağa.