NEW York'tan sonra Kıbrıs'taki görüşmeler de bugün tamamlanıyor. İkinci aşama da geride kalıyor. Yarın, müzakere sürecinin son aşaması başlıyor. Ardından, Annan'ın anlaşmaya son şeklini vereceği süre başlayacak. Referandumlar ve burada yol kazası olmazsa Türk-Yunan parlamentolarının onayı, bu da aşılırsa, 1 Mayıs'ta imza.Yani, bugünden itibaren önümüzdeki takvim, zaman açısından daha kısa olsa da, New York'tan bu yana geçen iki aylık süreye göre çok daha yoğun ve karmaşık. Nereden, nereye geldiğimize bakacak olursak, Kıbrıs'taki görüşmeler, New York'taki ilk buluşmaya göre başarısız gibi gözüküyorsa da ben öyle görmüyorum. Liderler, New York'a giderken BM'nin kendilerinden istediği sadece Annan'ın mektubunu ve orada önlerine sunulan koşulları kabul etmek değildi. BM Genel Sekreteri'nin planıyla ilgili değişiklik önerilerini de ceplerinde götürmeleri istenmişti. Ama bu isteklerin, ayrıntılarıyla masaya geldiği yer Kıbrıs oldu. Tarafların, planı yorumlarken bile birbirlerinden ne kadar farklı yerlerde bulundukları ortaya çıktı. Rumlar çözümü, Türklerin kendileriyle birleşmeleri olarak algılarken, Türk tarafının çözüm beklentisi iki toplumluluk ve iki kesimlilikti. Bu farkı Kıbrıs Türk ve Rum kamuoyu belki ilk kez bu kadar net gördü.Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, iş ciddiye bindikçe ne istediklerini daha gerçekçi biçimde kendilerine itiraf ettiler. Sokrat mutluluğun tarifini, ‘‘Gnotis afton’’dan, yani kendini tanımaktan başlatır.Bugün sona eren Ada sürecinde, her iki taraf da bugünkü istek ve anlayışlarıyla uzlaşma noktasına çok uzak olduklarının farkına vardılar.Türk ve Rum tarafında referandum ile ilgili yapılan kamuoyu yoklamalarından, ‘‘hayır’’ çıkması, bu gerçeği her Kıbrıslının önüne açıkça koymuyor mu? * * * YARIN İsviçre'de start alacak üçüncü aşamada, Türkiye ve Yunanistan'ın da masaya oturmasıyla, Kıbrıs sorunu da gerçek parametrelerine kavuşacak. Bu sorun esasında bir Türk-Yunan sorunudur. Türkiye ile Yunanistan'ı memnun etmeyen bir çözüm mümkün olamaz, olsa bile süremez.Bu süreç, bu nedenle daha önemli ve çözüm açısından daha umut veren bir süreç. O yüzden de ben Cumhurbaşkanı Denktaş'ın, masadaki yerini mutlaka alması gerektiğine inanıyorum. Denktaş İsviçre'de olmalı. Avrupa Birliği'nin hafta içinde Brüksel'deki toplantısından gelecek haberler ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün burada yapacakları temasların sonuçları da İsviçre'ye yansıyacak. Zira, Kıbrıs'ta Türk tarafı ve Türkiye'nin üzerinde durduğu temel konu derogasyonlar meselesi. Varılacak anlaşmanın bir iki yıl sonra değişikliğe uğratılmamasının güvencesi aslında iki taraf açısından da önemli. AB, siyasi güvence verdi. Ama 1999 Aralık'taki Helsinki Zirvesi sırasında Kıbrıs ile ilgili verilen sözlerin dört yıl sonra unutulduğunu gören Türk tarafı, şimdi yoğurdu üfleyerek yemekten yana. İki önemli kitap IRAK Savaşı'nın birinci yılında geriye dönüp baktığımda, savaşın aslında Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla birlikte başladığını daha iyi anlıyorum. Yeni dünya düzeni ya da Büyük Ortadoğu Projesi'ni Irak savaşının öncesi ve sonrasından bağımsız ele almak mümkün değil. Hafta sonunda, üç sevgili arkadaşımın yazdıkları iki kitabı okudum. Murat Yetkin'in Tezkere'si (Remzi Kitabevi) Irak ile ilgili gelişmeleri Ankara'da günü gününe izleyen başarılı bir gazetecinin tanıklıklarıyla ve akıcı bir üslupla anlatıyor. Aynı günleri, çatışma bölgelerinin deneyimli gazetecileri Yunus Şen ve Eyüp Coşkun'un birlikte yazdıkları Babil Yanarken (Ümit yayınları) adlı kitaptan ama bu kez Bağdat'tan izleyebiliyor insan. Büyük Ortadoğu Projesi üzerinde kafa yoruyorsanız eğer, üç gazetecinin iki önemli kitabını bugünlerde birlikte okuyun.