Paylaş
Nazan Olçer’in engin deneyimi ile Çek asıllı İspanyol mimar Boris Micka’nın yaratıcılığı birleşince Paris’in en prestijli köşelerinden Grand Palais’deki sergiyi tarif etmek için tek sözcük yetiyor: Muhteşem.
Serginin ilgi görmediği iddiaları da tamamen asılsız. Çünkü Cuma akşam üzeri olmasına rağmen sergi tıklım tıklımdı. Emeği geçen herkesi kutluyorum.
Keşke Fransa’dan Schengen vizesi almak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için çok zor ve aşağılayıcı bir süreç haline gelmiş olmasaydı da herkesi 25 Ocak tarihine kadar bu müzeyi ziyaret etmeye davet edebilseydim. Çünkü bu sergi için Türkiye dışından da parçalar temin edilmiş, böylece çok önemli parçaları ilk kez, bir bütünlük içinde görebilme fırsatı yaratılmış. Bu da sergiyi çok özel kılıyor.
FRANSA: AVRUPA’YIBIRAK YAKINLAŞALIM
Sergi’deki kalabalık, son zamanlarda Fransa’da Türkiye’ye ilginin arttığının da örneği. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusundaki bütün itici tartışmalara rağmen, “reklamın iyisi kötüsü olmaz” misali Fransız kamuoyunda Türkiye merakı yaygınlaşıyor. Sarkozy Yönetimi de son zamanlarda Türkiye’ye karşı bir pozisyon değişikliği içinde. Son günlerde Fransız diplomatlardan en çok duyduğum söz, “Avrupa sürecinde sıkıntılarımız var. Ama bırakalım bu süreç, bizim ikili ilişkilerimizi etkilemesin. İlişkilerimizi neden Avrupa Birliği uğruna tehlikeye atalım. Yeni bir dönem başlatalım” oldu.
İmtiyazlı ortaklık demekten vazgeçmelerinin nedeni de işte bu yeni pozisyon.
Fransa, Türkiye ile özellikle nükleer olmak üzere enerji başta ekonomik ilişkileri geliştirmek istiyor.
Ama bu davete Türkiye’nin sıcak yaklaştığını söylemek zor. Davutoğlu, iki ülke arasındaki ilişkileri üç bacaklı masaya benzetiyor, bir ayağı Avrupa Birliği, bir ayağı ikili ilişkiler, üçüncü ayağı da bölgesel ilişkiler. Hepsi bir arada ve aynı nitelikte olmalı. Yoksa masa devrilir. Fransa, yeni bir dönem havasını yaymak için elinden geleni yapsa da Avrupa sürecini dışlayarak böyle bir yakınlaşmanın kolay olmayacağı anlaşılıyor.
İRAN BASKISI ARTARKEN EL BEŞİR
DAVUTOĞLU Paris’te, İran ve Sudan sorularıyla da karşılaştı. Türkiye’nin Ahmedinejad ile yakınlığı dikkate izleniyor. Geçen hafta bu konu hem İngiltere Dışişleri Bkanı Miliband hem de Fransız Dışişleri Bakanı Kouchner ile ayrı ayrı konuşuldu. Ahmedinejad’ın Türkiye’ye gelişi nedeniyle, El Baradei’nin bir süre önce yaptığı teklif yeniden ısıtıldı. İran’ın uranyumu zenginleştirmek için Türkiye’e göndermesi teklifi ajanslara düştü. İran son olarak yapılan diğer öneriler gibi bunu da reddetmişti. İran ile nükleer kriz tırmanıyor. Türkiye’nin adımları bu yüzden dikkatle izleniyor.
Türkiye’nin kafa karıştıran bir tutumu da Sudan Devlet Başkanı El Beşir ile ilgili. Paris’e giderken uçakta bu soruyu Dışişleri Bakanı’na yöneltmiştik. Dış politikada eksen kayması tartışmalarının yükseldiği bir dönemde, bu ziyaret ertelenemez miydi? Aldığımız yanıtın ana başlıkları şöyleydi. 1) Darfur en istikrarlı dönemini yaşıyor. 2) Dünyada şu anda El Beşir ile ilgili sıkıntı yok. 3) Toplantı bizim toplantımız değil. Biz davet etmedik.
Davutoğlu ile bu konuyu ilk kez tartışmıyoruz. Önceden de edindiğim izlenim şu: Davutoğlu ve AKP Hükümeti soykırım suçlamasına inanmıyor. Bu suçlamanın altında Müslüman olmayan Güney Sudan’ın bağımsız bir devlet olarak kuzeyden kopartılması amacının yattığını düşünüyorlar. Ama diyelim ki soykırım olmadı, pantolon giyiyor gerekçesiyle muhalif bir kadın gazeteciyi tutuklamaya kalkan rejimin başıyla samimiyet şart mı? Hadi bunu da bir kenara bırakalım. Avrupa dış politikasının en etkili unsuru olacağımız iddiasıyla Aralık zirvesi öncesi kapıları çalarken,“Ben sizin gibi düşünmüyorum, soykırım iddialarınıza da inanmıyorum” demek Avrupa Birliği’nin dış politikası ile tutarlı mı?
İsteyerek, belki de ölçüsüzlükten. Henüz tam belli değil ama atılan adımlar sıkıntı yaratacak cinsten. Bu saatten sonra El Beşir gelmese de fazla bir şey değişmeyecek. Ankara’nın dostları listesi elden ele dolaşmaya başladı bile.
Paylaş