Paylaş
Onun hayata sarılışında doğanın sırrına en yakın noktada olduğunu hissetmeyen de, adını koyamasa da bir çocuğun yüzüne bakarken içinden sadece iyi duyguların yükseldiğini fark etmeyen de.
Bunları söylerken o kadar iddialıyım ki, ölü bedenler üzerinden yapılan siyaseti anlamam mümkün değil.
Yaşamı seçmek varken ölümle verilen başarı vaatlerini duydukça yükselen bulantıyı bastıramıyorum.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, muhalefet partileri ile görüşme turlarına BDP’yi neden katmadığı sorusuna verdiği yanıtı görünce ürperdim.
Başbakan, BDP’nin, işkence iddiasının araştırılması için kendisine ve Meclis’e öldürülen PKK’lıların resimlerinin gönderilmesine kızmış. “Sana avukatlık görevi düşmez” diyor, BDP’yi PKK’nın avukatlığını yapmakla suçlayarak.
Ama burada durmuyor Başbakan devam ediyor, “Bizim de 10 bin şehidimiz var” diyor “Biz de onlara şehit resimleri mi gönderelim.”
Açılım’ı savunurken “O analar da bizim vatandaşlarımız” demiş olan bir insanın, ağzından çıkan birlik mesajının önemini bilen Başbakan’ın, genç bedenler arasında dolaşıp bizim-sizin ayrımını nasıl bu kadar rahat yapabildiğine inanamıyorum.
Tamam, bir siyasi partiden terörle arasına mesafe koymasını beklemek çok meşru, ama Güneydoğu gibi dikenli bir coğrafya ile ilgili söylemde biraz daha titizlik göstermek, biraz empati yapmak, daha az siyasi çıkar gözetmek gerekmez mi?
TERÖRÜ kesinlikle mazur görmüyorum. Tehdit ve ölüm siyasetini, şiddete tapanları mazur göremem. Çocukları önlerine katarak devlet çarklarının dişlileri arasına sürenleri, onları dağlara çağıranları dinlemek bile istemiyorum.
Ama gençlerin ölü bedenlerini “bizim-sizin” diye ayıran bir iktidar anlayışını da kabul etmiyorum.
BDP’nin, öldürülen PKK’lıların bedenlerine işkence yapıldığı iddiası, her demokratik ülkede ciddiyetle araştırılması gereken bir iddia.
Nitekim araştırmalar var. Genelkurmay Başkanlığı’nın ölü bedenlerin hırpalanmaması konusunda talimatı olduğunu biliyoruz.
90’lı yıllarda ayyuka çıkan kesilmiş kulaklarla çekilen resimlerin hikâyelerinin, bireylerle sınırlı kalmayan toplumun ruh sağlığını bozan sonuçlarını açıkça konuşmasak da yaşadık yaşıyoruz.
DSP Genel Başkan Yardımcısı Uluç Gürkan Cuma günü yayınlanan yazıma yanıt vermiş. Teröre karşı işbirliği için Başbakan’ın muhalefet partileriyle yaptığı görüşmelerde sadece terör konusunun ele alındığını, sorunun çözümün de bu görüşmelerin gündemine girmesi gerektiğini yazmıştım. Gürkan, “Artan teröre karşı alınacak önlemlerle halk küstürülmemeli kazanılmalıdır. Güneydoğu’da barış tüm boyutlarıyla sağlanmalıdır. Bu kapsamda demokrasimiz bölgede tüm kurallarıyla işlerlik kazanmalıdır” diyor. Görüşmede bu düşüncelerini ve OHAL’e karşı olduklarını Başbakan’a ilettiklerini söylüyor. Ama çok önemli bir konuya daha değiniyor.”Güneydoğu sorunu sadece bir kimlik değil, ayni zamanda feodal yapı, sömürü geri kalmışlık, yoksulluk, işsizlik ve topraksızlık sorunudur” diyor.
Katılıyorum. Tam da bu yüzden, kökleri bu kadar derinlerdeki bir sorunun çözümünde hareket noktası tamamen “yaşam” olmalıdır. Ölüm tehdidiyle, daha iyi, daha insanca yaşam vaadi verilemez.
Paylaş