BİR meslektaşımın başına bir şey gelince, ne olursa olsun, sahip çıkma dürtüsü bende harekete geçer. Beki de bu işe başladığım ilk günlerde duyduğum "biz bir aileyiz" nostaljisi bu.
İsmail Güneş, on yıldan beri İhlas Haber Ajansı Sivas muhabirliğini yapıyor. Gazeteci olmasaydı, kendisine BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nu izleyip, haber yapma görevi verilmeseydi, bugün yaşıyor olacaktı.
İşte gazetecilik böyle bir şey, ne zaman nereye gideceğinizi, kimi izleyeceğinizi her zaman siz belirleyemezsiniz, git derler gidersiniz, haberi herkesten çabuk ve herkesten iyi biçimde yetiştirme zorunluluğunuz vardır.
Başbakan Erdoğan’ın, memurluk diye küçümsemeye çalıştığı gibi memurluktur bir nevi. Çünkü patrondan aldığı maaştan başka bir geliri yoktur ki gazetecinin, öyle olmalıdır yani. Ama özgürlük- bağımsızlık didişmesinin en fazla yaşandığı, doğru mu-yanlış mı tartışmalarının en çok yapıldığı, her an halk jürisinin karşısına çıkıldığı, hem içeriden hem dışarıdan sürekli didik didik edilen belki tek meslek.
İsmail Güneş, 1975 doğumlu, gazeteci. Görev sırasında donarak öldü, tıpkı 1963’ün 24 Ocak’ında Çatalca’da kara saplanan yolcu trenine ulaşmak isterken tipiye yakalanıp donan üç Hürriyet muhabiri Yüksel Kasapbaşı, Yüksel Öztürk ve Abidin Behpur Tapaner gibi.
Bugün içimiz donuyor, yastayız biz.
***
ERGENEKON davasının ikinci iddianamesini okurken hep aynı noktaya rastladım. Medyayı kullanmak. Manipüle etmek.
Bütün iktidar odaklarının medyaya ilişkin niyetleri ve medyadan beklentileri aynı. Hatta iddianamenin 168’inci sayfasında "Medyaya yönelik faaliyetlerle ilgili çalışmalar" başlığı altında "Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı hasmane tutum takınan medya kurumlarına ekonomik yaptırımlar uygulanması" bile isteniyor.
Birleşik tüpler yasası.
Bir toplumun sivili farklı, askeri farklı; iktidarı farklı, muhalefeti farklı olmuyor.
Medya denince hepsinin aklına aynı şey geliyor. "Nasıl kullanırım?". "Nasıl yola getiririm."
Medya kullanılmaz diye bir şey yok. Kendi yayın organınızı kurar onu tepe tepe kullanırsınız. Ama halk, bunu bilir. Kimin gazetesini okuduğunu, kimin televizyonunu izlediğini bilir. Önemli olan bu şeffaflık.
Ama yok efendim. Onlar, okuyucunun bağımsız çizgisi ile güvenini kazanmış olan medya kuruluşlarının, kimseye çaktırmadan kendileri için çalışmalarını istiyorlar.
O kuruluşun inanılırlığını, izleyicinin açtığı krediyi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı amaçlıyorlar.
***
BAZEN yapıyorlar da. Gazeteciliğin bir mesafe mesleği olduğunu unutup, o mesafesizlikten kendilerine pay çıkartanlar, başbakanlardan, patronlara, show dünyasının ünlülerinden reklam verenlere kadar medyanın haber kaynağı ve konusu olan her açılıma tezgah kuranların sayesinde yapıyorlar.
Dev aynalarında hayran kaldıkları şişkin egoları ile medyayı kullanılabilir hale getiren, gazetecinin alçakgönüllü bağımsızlığını ayak bağı olarak algılayan güç peşindekileri çook eskiden beri görürüz bu alemde.
Biraz da onların, o başbakanlara akıl vermekten, ahkam kesmekten çok hoşlananların, bir yerde dinlediklerini başka yerlere taşıyarak mesleği kötüye kullananların, darbecilerle darbe planları yapan, iktidara taktik veren, boynu kopartılacakları işaret edenlerin sayesinde geldi medya bu günlere. Güç odaklarının, "Ya benden yanasın ya düşmandan" dayatmasını tabii hak olarak algıladıkları günlere.
Ama ben yine, hangisi olursa olsun bir meslektaşımın başına bir şey gelince ona sahip çıkmam gerektiğini düşünürüm, bir yerlerde mutlaka birbirimize emeğimiz geçmiştir çünkü, bir haberi paylaşmışızdır, bir yerde yolumuz kesişmiştir. Hiçbir şey olmasa bile, bugün olduğu gibi, birlikte yas tutmuşuzdur.