İRAN Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Türk halkına mesaj vermek için gitmeden önce tek başına basın toplantısı düzenledi.
Ekran başında dikkatle bana vereceği mesajı izliyorum.
Her şeyden önce İran Cumhurbaşkanı’nın bu ziyaretten memnun ayrıldığı belli oluyor.
İlk mesajı Amerika’ya sonra da kendi kamuoyuna.
"Bizi yalnızlaştıramazsınız. İşte Türkiye yanımızda "
Hatta biraz Mısır’ı filan karıştırarak, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini ürpertecek büyük bir ittifak şemsiyesi de çizmeyi ihmal etmiyor.
Üstelik bu ittifak balonunu uçururken kendi pozisyonundan bir milim bile gerilemiyor, Siyonizm ile Museviler arasında bir ayrım yaparmış izlenimi verse de İsrail halkının bu coğrafyada yeri olmadığını herkesin anlayabileceği biçimde söylüyor.
"Dış politikamızın en önemli yönü dünyadaki zulme karşı olmaktır" derken İran’ın sayın Cumhurbaşkanı bir soru takılıyor aklıma.
Ya içerideki zulüm?
***
NASİM Sarabandi, Fatma Dehdaşti, Ronak Safarzadeh, Mahbube Kerami? Bunlar sadece birkaçı. Cinsiyetler arası eşitlik talep ettikleri ve bunun için ülke çapında bir imza kampanyası başlattıkları, eğitim çalışmaları yaptıkları için Evin cezaevinde hapis cezalarına çarptırılan kadınlardan sadece bir kaçı.
Suçları, "Sisteme karşı propaganda yaparak devlet güvenliğini tehdit etmek."
Bugün sekiz kadın fuhuş yaptıkları iddiasıyla taşlanarak öldürülmeyi bekliyorlar. İkisi Tahran’da, ikisi Kürt bölgesinden, ikisi Arap kökenli ikisi de kuzeyden Azeri kökenli. Hepsi de yoksul, yüzlerine okunan cezayı anlayacak kadar bile eğitimli değiller, çoğu zaten Farsça bilmiyor. İranlı insan hakları savunucuları, recmin uzun zamandan beri uygulanmadığını ama son dönemlerde muhafazakarların güç kazanmasıyla yeniden bu cezaların görüldüğünü söylüyorlar.
Parlamentoya sunulan yeni ceza yasasında göz çıkartma, el kesme de olduğu haberleri geliyor.
Ya azınlıklar? Son bir ay içinde ikisi öğretmen biri öğrenci üç Kürt kökenli İran vatandaşının başına gelenler zulüm değil mi?
***
İSTANBUL halkının çektiği eziyetten söz edilince, "Bizde böyle şeyleri yaptırmıyoruz" diyerek topu ev sahibine atacak kadar popülizmi siyaset tarzının merkezine oturtan İran’ın sayın cumhurbaşkanı, konuşmasında birkaç kez "Ben Türkiye’yi çok seviyorum. Türk milletini çok seviyorum" dedi.
Bunu kanıtlamak için de Sultanahmet’i dolduran kalabalığın kucağına atlamak için tüm güvenlik sistemini altüst ediyor.
Görmeyenler bu kucaklaşmayı, bütünleşmeyi görsünler diye.
Basın toplantısında, nükleer bir ülke olmakla, bio teknolojide dünyanın ilk beş, nano teknolojide ilk on ülkesi arasına girmekle övünen İran Cumhurbaşkanı, "Türkiye-İran işbirliği insanlığın izzet yolunun son noktasına ulaşmamız için önemli" diyor.
Ne Sultanahmet, ne de cuma namazı umursanıyor. Ona tekbir getiriyor kalabalıklar. Tekbir cemaati ile kucaklaşan popülizm, izzet yolunu hangi nano teknolojiyle bulur acaba sorusu geçiyor aklımdan.
***
SAYIN Cumhurbaşkanı İran’ın, ben de İran’ı çok seviyorum. Tarihini, kültürünü öğrendikçe hayranlık duyuyorum. İran sinemasındaki gelişmeyi heyecan verici buluyorum. Kardeşliği hissediyorum.
İranlı arkadaşlarım var. Birlikte katıldığımız uluslararası toplantılardan dönünce tutuklandıklarını duyduğumda isyan ediyorum. Döner dönmez sorguya çekildiklerini öğrendiğimde de. Akademisyen arkadaşlarımın kendi ülkelerinde ders veremiyor olmalarını kaygıyla izliyorum.