Ferai Tınç

Obama ve Türkiye ile ortaklığın onarılması

24 Ekim 2008
"İSTİKRARLI, demokratik, yüzünü Batı’ya çevirmiş bir Türkiye." OBAMA’nın seçim bildirgesinde, Başkan adayı ve yardımcısının nasıl bir Türkiye arzuladıkları böyle tarif ediliyor.

"Böyle bir Türkiye ile ilişki Amerikan ulusal çıkarlarına uygundur" deniyor.

Obama’nın seçim bildirgesinde, Türkiye ile ABD arasında stratejik ilişkinin "onarılacağı" da söyleniyor.

Amerika’nın bugün izlediği dış politikanın seçimler ne sonuç verirse versin değişmeyeceğini söylemek bugün her zamankinden daha zor.

Çünkü bu seçimlerde dış politika belirleyici rol oynuyor. Irak savaşı fiyaskosu Amerikan seçmeninin tercihinde çok etkili.

Dış politika değişirken Türkiye ile ilişkiler de mutlaka gözden geçirilecek. Köklü değişiklikler beklemiyorum.

Ama ilişkilerdeki tortuları arındıracak yeni yaklaşımlar gündeme gelecek.

Bu açıdan bakınca Obama-Biden seçim bildirgesinde Türkiye ile ilgili bölümde "stratejik ilişkinin onarılması" yaklaşımı rastgele bir seçim değil.

Bildirgede, Bush Yönetimi’nin Irak’taki hatalı kararları yüzünden PKK’nın Türkiye’yi tehdit ettiği, bunun sonucu olarak da "Müslüman dünyanın tek demokrasisi"nin yüzünü Batı’dan çevirmeye başladığı yorumu yapılıyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği vizyonunun canlı tutulması bu açıdan önemli görülüyor.

ILIMLI İSLAM ROLÜ ESKİDİ

BİLDİRGEYE
yansıyan yaklaşımı inceleyince, 11 Eylül sonrası politikaların Türkiye’ye yüklediği "ılımlı İslam rolü" beklentisinin yerini "İstikrarlı, demokratik, yüzünü batıya çevirmiş Türkiye" önceliğinin alacağı anlaşılıyor.

Zaten, 11 Eylül’den sonra Ortadoğu’ya demokrasi örneği oluşturmak için Türkiye’ye yüklenmek istenen bu rol, Washington’un önce Ortadoğu için demokrasi arayışından vazgeçmesi, sonra da Büyük Ortadoğu projesinde ısrarcı davranmaması nedeniyle önemsizleşmişti.

Ama bunu, Türkiye’de içe kapanmacı ulusalcı çizginin yeniden yükseleceği bir ortam vaadi olarak görmemek gerekiyor. O dönem, Ergenekon ile kapanmaya çalışıyor, hükümet gerekli cesareti gösterebilir de Ordu içindeki uzantılarına kadar gidebilirse.

AVRUPA YOLU

ABD’nin Irak’tan asker çekmesini kolaylaştıracak, bölünme dahil her türlü çözüm olasılığına karşı Türkiye’nin "istikrarlı-kendinden emin ve değişik çözüm önerilerine katkıda bulunabilecek bir müttefik" olması beklenecek.

Enerji yollarının güvenliği açısından da özellikle Kafkasya için de Türkiye’nin Avrupa’ya açılan yol olması önem kazanıyor. Ermenistan açılımı da bu dinamiğin filiz halindeki belirtisi değil mi?

Obama dış politikada, çatışmacı seçeneklerin yerine diyalogu koyuyor. İran konusunda da, taleplerden geri adım atmayan ama sorunları diyalogla çözmek isteyen yaklaşım ağırlık kazanacak. Bu diyalog sürecinde ve ardından gelecek barış döneminde, "yüzü batıya dönük, demokratik, istikrarlı" bir Türkiye’nin, sadece ABD ulusal çıkarları açısından stratejik önemde bir müttefik değil, bölge için de de ağırlığı olan bir komşu yaratacağı kesin.

Ilımlı İslam cazibesini yitiriyor. Obama ile demokratik ve yüzünü Batı’ya dönmüş Türkiye arayışı da öne çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

Hedefe kilitlenince üyelik oluyor

20 Ekim 2008
TÜRKİYE, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne iki yıl için geçici üye seçildi. <br><br>Hem de, Batı Avrupa grubunun dört adayı, Avusturya ve İzlanda arasında en yüksek oyu toplayarak. Daha önceki üyelikler 1951-52; 54-55 ve 61 yıllarındaymış. Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 10’u geçici üye. Beş daimi üye ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin. Daimi olmayan üyeler iki yıl için seçiyorlar ve veto hakları yok.

Evet veto hakkı yok ama daimi olmayan üyelik prestijli bir iş.

Sadece dünyayı ilgilendiren önemli kararlarda bir kürsü elde edip görüş açıklamak ve kararlara katkıda bulunmak değil önemli olan.

Bu üyelik, pazarlıklarda, al-ver süreçlerinde kullanılabilecek etkili bir güç. Bir denge manivelası.

Özellikle de BM’nin etkili üyelerinin müttefiklerinin oylarına ihtiyaç duyduğu süreçlerde.

Geçici üyeler kararları veto edemeseler de yedi üye bir araya geldiğinde bir kararı çıkartabiliyor ya da bloke edebiliyorlar.

PAZARLIK GÜCÜ ARTACAK

ABD, adaylar ve seçilen üyelere bakarken geçmiş dönemde BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamaları dikkate alıyor. Her yıl üyelerin oy kullanma eğilimleriyle ilgili Kongre’ye rapor sunuluyor.

Buna göre 2007 yılında ABD’yi doğrudan ilgilendiren 13 konuda (Küba ile ilgili tasarı, İsrail-Filistin sorunu, Kuzey Kore ve İran gibi) Türkiye’nin kullandığı oy ile ABD’ninki yüzde 45.5 oranında çakışmış.

Batı Avrupa Grubundan seçilen diğer üye Avusturya ile bu uyum yüzde 63.6, bu grupta bulunan Belçika ve İtalya ile ise yüzde 70. Zaten genelde Avrupa Birliği üyesi ülkelerde oran yüzde 70’lerde.

Örneğin, Afrika-Asya grubundan bu dönem adaylığını koyan İran’ın uyumu ise sıfır.

Demek Türkiye, kararların yarısında ABD’nin çıkarlarına uygun ama diğer yarısında karşı oy kullanmış. Ya da çekimser kalmış.

Türkiye’nin seçilmesinde etkili olan dengeci dış politika çizgisinin sonucu olan bu durum, önümüzdeki iki yıl önemli karar süreçlerinde de Türkiye’nin ağırlığını artıracak olan bir unsur.

Bu süreç Türkiye’nin karşısına İran, Gürcistan gibi zor dosyaları getirirken, Kıbrıs konusunda da daha geniş bir lobiyi yaratmak üzere çalışma fırsatı ortaya çıkartabilecek. Tabii, bu çok dikkat edilmesi gereken bir nokta. Burada hayalci beklentilere girip yalnız kalma ihtimalinden kaçınmak gerekiyor.

ÖNCELİKLER SORUNU

47 yıl aradan sonra gelen üyelik için 2003 yılından beri çok ciddi çalışılıyor. Adını kimsenin duymadığı küçük ada devletlerine varıncaya kadar en geniş biçimde girişimler yapıldı, ilişkiler kuruldu. İslam Konferansı Örgütü, Türkiye’yi destekledi. Bunda İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun uğraşlarının da katkısı var şüphesiz.

Türkiye, BM’nin dünya çapındaki yardım faaliyetlerine en fazla katkıda bulunan 26’ıncı ülke durumuna yükseldi.

Bu bir öncelik meselesi. Türkiye, köklü değişim gerektiren ve siyaseten riskli olan Avrupa’ya odaklanmak yerine, geçici bölgesel rollerle fırsatları çoğaltmaya öncelik verdi.Demek, bir amaca odaklanınca oluyor. Siyasi irade olmasaydı eğer, Türkiye bu yolu kolay kat edemezdi.

Avrupa Birliği sürecine örnek olsun.
Yazının Devamını Oku

İspanya Franco dönemi ile yüzleşiyor

19 Ekim 2008
"DÜŞÜP öldü Federico/Alnında kan, kurşun barsaklarında/ Cinayet Gırnata’da işlendi!/Biliyorsunuz,-Zavallı Gırnata’da!-Onun Gırnata’sında!"* HABERİ öğrendikten sonra, içimde tuhaf bir sızı ile sayfaları iyice sararmış eski şiir kitaplarıma dönüyorum. Ne kadar ihmal etmişim Federico Garcia Lorca’yı.

Granada’da faşist mangalar tarafından kurşunlanan büyük şairin kapısını çalıyorum. "Geriye bakma sakın, yavaşça yürü, ve dua et benim için/San Gaetan’a. Ne sen, ne ben nasıl olsa/hazır değiliz karşılaşmaya" diyor.

İspanya artık hazır. Bir sabah kamyonlara doldurulan sekiz bin kişiyle birlikte kendi mezarını kazdıktan sonra öldürülen şair ve diğerleri ile karşılaşmaya, Franco’nun 33’üncü ölüm yıldönümü olan bugün geçmişiyle yüzleşmeye hazır.

İspanyol Ulusal Mahkeme Yargıcı Baltasar Garzon - Şili diktatörü Pinochet için tutuklama kararı çıkartmıştı - Franco ve işbirlikçileri aleyhinde insanlığa karşı suç işledikleri gerekçesiyle dava açıyor.

Yani Franco’nun ölümünden sonra kabul edilen "Sessizlik Yasası" bozuluyor ve 30 yıllık demokrasi sürecinde İspanya ilk kez hukuken Franco dönemi ile yüzleşmeye hazırlanıyor. Garzon’un kararı muhafazakar Halk Partisi ve sağcılar tarafından eleştiriliyor. Eski defterleri açmanın bir işe yaramayacağını söyleseler de, insan hakları örgütleri ve Sosyalist Parti Garzon’un kararına destek veriyor.

"Evet İspanya demokratik bir ülke. Ama faşist dönemle yüzleşmeden demokrasinin temeli sağlam olmaz" deniyor.

Gerçekten de Avrupa demokrasisinin gelişiminin altında, evrensel insan hakları ilkelerinin ardında Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini ve Fransa’da Vichy dönemlerinin sorgulanıp mahkum edilme sürecinin payı var.

Garzon’a destek veren El Pais Gazetesi, "Garzon’a karşı başlatılan linç kampanyası bile demokrasimizin temelindeki zaafı kanıtlamaya yeter" diyor.

Bu sürecin ülkede polemiklere neden olacağı iddialarına, "Evet polemikler açılabilir. Ama demokrasi, gerçeklerin saklanmasına izin veremez" yanıtı geliyor.

Franco dönemi daha önce de konuşuldu ve mahkum da edildi ama ilk kez, hukuki bir adım atılacak olması önemli. Böylece, insanlığa karşı suçlar karşısında dokunulmazlık duvarlarının hiç kimseyi koruyamayacağı bir kez daha kanıtlanacak.
/images/100/0x0/55eae9a6f018fbb8f89eab4c
İnsanlık suçunda zamanaşımının olamayacağı anlaşılacak.

VATANDAŞ MAĞDUR DİYE HAKLARDAN GERİ ADIM

Hiçbir şey birbirinden bağımsız değil. Türkiye dokunulmazlık duvarlarıyla çevrili insanlar ülkesi. Bu dokunulmazlık hiyerarşisi kadınlara kadar devam ediyor orada duruyor. Bakın üç yıl önce Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Ceza Yasası hazırlandı ve kadınlar önemli kazanımlar elde ettiler. Ama bugün bu kazanımlardan nasıl döneriz diye kıvrım kıvrım kıvranılıyor.

Adalet Bakanlığı çalışma grubundaki tartışmalardan söz ediyorum. Çalışma grubu cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar konusunda ortaya çıkan sorunlar değerlendiriliyor. Sanki başka aksayan uygulama yokmuş gibi. Evlilik yaşının 15’ten 14’e indirilmesi konuşuluyor, tecavüz suçlarında indirim tartışılıyor.

Neden? Vatandaş mağdur oluyormuş. Gerçeklerimize uymuyormuş.

Bu değişiklikler yapılırken amaç tam da buydu. Bütün çaba, insanca yaşamamızı engelleyen gerçeklerimizi değiştirmek için değil mi? CHP Milletvekili Canan Arıtman’ın kopardığı gürültü sonucu konu şimdilik kapanıyor.

AKP’nin, destek sağlama amacıyla sarıldığı anlaşılan Avrupa Birliği hevesi kırıldıkça, demokrasi tablomuz da bozuluyor.

Demokrasi tablosunu değerlendirmek için bir ülkede önce kadınlara bakmak gerekiyor. Çünkü bozulma önce oradan başlıyor.

(*) İspanyol şair Antonio Machado’nun Lorca için yazdığı şiir. Türkçesi Sabri Altınel.
Yazının Devamını Oku

Yasaklarla doğru yer bulunmaz

17 Ekim 2008
DOĞRU yer neresi? <br><br>Dün Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un "Herkesi dikkatli olma ve doğru yerde bulunma daveti"ne yanıt verdi. "Biz terorizme karşı doğru yerdeyiz" dedi "Gerisini yanlış yerde olanlar düşünsün."

Türkiye çok ciddi bir süreçten geçiyor. Terörizme karşı mücadele gerekçesi ile haberler karartılıyor, soru soranlar ya benden yanasın ya da ondan ikilemine sıkıştırılmak isteniyor, Genelkurmay askeri mahkemesi eleştirileri yasaklama kararı alabiliyor.

Şiddetin bir siyaset yöntemi olarak kullanılmasına karşı olmak doğru yerse ben de oradayım.

Ama son günlerdeke tartışmalardan anladığım "doğru yer" ile benimki örtüşmüyor.

Doğru yeri biz belirleriz anlayışı, terörizmin kitle temelini eritecek olan demokrasiye ve onun vaz geçilmez koşulu olan ifade ve haber alma özgürlüğüne darbe vuruyor.

ALTINDA İMZAMIZ VAR

Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin 2 Mart 2005’de Bakanlar Komitesi’nde aldığı karar, Terörizme karşı mücadelede ifade ve basın özgürlüğü ile ilgili.

Terörizmin, en önemli insan hakkı olan hayat hakkına kast ettiği için demokrasinin en büyük tehdidi olduğu vurgulanan karara dönüp bir daha bakmakta yarar var.

Orada, "Terörle ilgili haber veren yayın organlarının terörizme hizmet ettiği vurgusundan kaçınılmalıdır" deniyor.

Orada, terör bahanesi ile ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı ölçüsüz önlemlerden kaçınılması çağrısında bulunuluyor.

Orada, gazetecilerin kaynaklarını açıklamama hakkına saygı isteniyor. Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun 10’uncu maddesine atıfta bulunularak terörizmle mücadele bu hakkın ihlali için bir gerekçe teşkil edemez deniyor.

Orada, gazetecilerin düzenli yeterli bir biçimde bilgilendirilmeleri, olay yerine gazetecilerin girişini engelleyen kısıtlamaların sınırlı ve geçici olması gerektiği hatırlatılıyor.

Orada, "Editoryal bağımsızlığa saygı duyulmalı ve her türlü baskıdan kaçınılmalıdır" deniyor.

OTOSANSÜR TEHLİKESİ

Aynı kararda gazetecilere de sorumlulukları hatırlatılıyor.

Terörle mücadele edenleri tehlikeye atmama, haberlerde halk arasında düşmanlık ve kin duygulrının yayılmasına yol açacak üsluptan kaçınma gibi.

Gazetecilerin sorumlulukları arasında kendini sansür eğilimine karşı durma da var.

"Kamuoyunu fikir oluşturacak gerekli bilgiden yoksun bırakacağı için, gazeteciler kendi kendilerini sansürden kaçınmalıdırlar."

Terör olaylarıyla ilgili haberlerde gerçeğin açıkça yansıtılması gerektiğinin altı çiziliyor.

Neden? Çünkü ancak gerçeğin bilgisine ulaşan bir insan doğru fikir geliştirebilir ve ancak o zaman doğru yeri, doğru biçimde tayin edebilir.

Durduğu yer yasakların kendisine gösterdiği yerse, orada dursa bile, onun da o doğrunun da içini kurt kemirecektir.
Yazının Devamını Oku

İlerleme raporunun pazarlama stratejisi belli oldu

13 Ekim 2008
BRÜKSEL’i ilerleme raporu konusunda bu yıl epey sıkıntılı gördüm. Yıl sonu Avrupa Birliği Zirvesi’nin en önemli konusu ekonomik kriz olacak. Genişleme Avrupa’nın gündeminde gerilere düşse de Türkiye konusunda bir şeyler söylenecek. Bunun ilk işarete de ilerleme raporuyla gelecek. 5 Kasım’da açıklanacak olan rapor, Komisyona tavsiyelerde bulunacak. Komisyon da kendi görüşünü onun üzerinden oluşturuyor bildiğiniz gibi.

Geçen hafta Brüksel’de ufuk turu yaparken, ilginç değerlendirmeler dinledim.

"Demokratik reformlar konusunda hiçbir adım atılmadı. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü konusunda Kopenhag kriterlerinden uzaklaşıldı. Ama Türkiye karşıtlarının bulunduğunu da hesaba katmak zorundayız. Onlar zaten bu sürece nokta koymak, istiyorlar."

Bu yüzden, Avrupa kamuoyunu Türkiye’nin rolü konusunda ikna etmek için formüller, dengeler arıyorlar.

"Türkiye demokratikleşme sürecinde ayak sürüyor. Ama stratejik olarak önemli." Bu noktada görüş birliği yaygın. Öyleyse bu nokta öne çıkarılmalı.

Gürcistan ile Rusya arasındaki çatışma, bölgede istikrarın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu bölgeden Avrupa’nın enerji yolları geçiyor.

Türkiye’nin istikrarı Kafkasya açısından bakıldığında mutlaka korunmalı deniyor.

Avrupa Birliği’nin Karadeniz projesinde Türkiye’nin vazgeçilmez olduğu vurgulanıyor.

Akdeniz deseniz. O coğrafya için de aynı şey geçerli.

Suriye-İsrail ilişkilerindeki rolü ve Ortadoğu’da gelişen ilişkiler Brüksel’de Türkiye için Avrupa kamuoyunu ikna edebilecek gerekçe arayanlar tarafından altı çizilen unsurlar.

Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenistan ziyareti de "gösterişli bir başlangıç" olarak olumlular hanesine yazılıyor.

Türkiye’nin, enerji güvenliği için Avrupa açısından stratejik bir partner olduğu ön plana çıkartılıyor.

Demokrasi değerlendirmesi? Demokrasi notu yine berbat.

Pekiyi bu rolün öne çıkartılması olumlu mu? Türkiye’ye soğuk savaş döneminde olduğu gibi güvenlik üzerinden vaz geçilmezlik rolünün biçilmesi çok da parlak bir şey değil.

Demokratikleşmeyi öne çıkarmayan, güvenlik için özgürlüklerden tavize yanaşan duruş, Türkiye’nin eşit muhatap alınmadığını gösteriyor.

ŞEFFAFLAŞTIK DEMEK YETER Mİ

28 EYLÜL
’de gözaltı 10 Ekim’de ölüm. Temel Haklar Federasyonu üyesi Engin Cebir’in gözaltında ölümü, sıradan bir kaza, bir ihmal, bir "yanlışlık" gibi değerlendirilemez. İşkenceye sıfır toleranstan söz eden bir ülkede bunu ciddi mesele yapmadan, teröre karşı mücadele filan da havada kalır unutmayın.

Terörle mücadele, şiddete karşı insanın ve hayatın değerini korumak değil midir? İnsan hayatının değeri yoksa, gerisi zaten boş.

Cumhurbaşkanı Gül, Engin Cebir’in ölümü konusunda, "Türkiye reformların yapıldığı bir ülke. Reformların en önemli parçalarından biri şeffaflıktır. Şeffaflık ortamı içinde bir yanlışlık yapılırsa, bunlar artık saklanamaz. Ne gerekirse her türlü tedbir alınır" dedi. Olayla ilgili bir müfettiş görevlendirildi.

Cebir, dergi dağıttığı için gözaltına alındığında bu ülkede şeffaflık yok muydu?

Daha sonra Metris cezaevine gönderildiğinde?

Demek yoktu. Olsaydı önlemler zamanında alınır, bir insan işkenceden ölmezdi.

Demek işkenceye tolerans sıfırın çok üstünde.

Demek reformlar yeterince yapılmadı bu ülkede.

Bu olmadan da, stratejik rol de dahil her şey eksik kalır. Yarım yamalak.
Yazının Devamını Oku

Barzani’ye gel birlikte mücadele edelim çağrısı

12 Ekim 2008
DEĞERLENDİRMELERE göre, Aktütün saldırısı ile Dağlıca saldırısı arasında fark var. Dağlıca’dan bu yana Türkiye ile ABD arasında istihbarat değişimi sürüyor, Irak merkezi hükümeti ile Ankara arasında ilişkiler her iki taraf açısından da "çok iyi" olarak değerlendiriliyor.

Ancak Barzani Yönetimi’nden beklenen yanıtlar alınmıyor. Üç sütunlu bu ilişkinin Barzani ayağı zayıf kalıyor.

Bu tahlil Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin, bir grup gazeteci ile sohbetinde dile geliyor. "Kuzey Irak ile Türkiye arasında kanal var." Bu kanalda ilişkiler değişik seviyelerde sürüyor.

Fakat, beklenen sonuç alınamıyor.

Aktütün saldırısından sonra Ankara, "Bu kanalın operasyonel anlamda daha aktif planlanması" gerektiğini düşünmeye başlıyor.

Bu ne anlama geliyor?

BİRLİKTE KONTROL EDELİM

PKK
’ya karşı Türkiye’nin Barzani yönetiminden istekleri vardı. PKK’nın Kuzey Irak’ta desteğine son vermek için Türkiye’de aranan bazı isimlerin iadesinden, örgüt ile ilişkisi olan parti ve derneklerin kapatılmasına kadar çeşitli maddeleri içeren bir talep listesi verilmişti Barzani’ye.

Bu taleplerin ne kadarının karşılandığı, karşılanıp karşılanmadığı kamuoyuna açıklanmadı.

Son olayda da görüldüğü gibi, bu noktada bir tıkanıklık olduğu anlaşılıyor.

Şimdi bu tıkanıklığı aşmak, Barzani Yönetimi’nin PKK’nın bölgedeki ilişkilerine karşı daha net tavır göstermelerini sağlamak için işbirliği önerilecek.

Ankara, Barzani Yönetimi’ne "Senin başa çıkamadığın noktalarda gel birlikte mücadele edelim" diyecek.

Barzani’nin, Türkiye’ye saldırıların yöneldiği bölgenin kendi kontrolü dışında olduğunu söylemesi, yapılacak teklifin çerçevesini ortaya koyuyor.

Bu, resmen çizilmemiş olsa da, sınırda kendiliğinden oluşan insansız bölgenin (no men’s land), işbirliği ile denetim altına alınması anlamına geliyor.

Barzani’nin "denetimimiz dışında" dediği bölgenin denetim altına alınması için Ankara’nın, "Gel birlikte kontrol edelim" önerisinde bulunmaya hazırlandığı anlaşılıyor.

Bunun için konjonktür uygun.

Irak’ın istikrarı, bölge için olduğu kadar ABD’nin önümüzdeki dönemde dış politika öncelikleri açısından da önemli.

PKK’nın Türkiye üzerinden bölgeyi istikrarsızlaştırma girişimlerinin karşısındaki cephe, bugün her zamankinden daha geniş.

YA FLU DAVRANIŞ SÜRERSE

ANKARA
’nın bu yeni yaklaşımında tehdit ve yaptırım söylemi hiç yok. En azından dışarıya yapılan açıklamalarda bu söylemden kaçınılıyor. Ama yine de Barzani Yönetimi’nin "niyet berraklığından emin olunmadığı" izlenimi alıyorum. "Bu flu davranış sürerse, işbirliği mümkün olmazsa?" O zaman yaptırımların gündeme gelebileceği söyleniyor.

ARAP FORUMU

İSTANBUL’
da dün Arap Forumu toplandı. Bir yıl önce İstanbul’da imzalanan anlaşma ile hayata geçen forumun ilk toplantısında Arap Birliği Ankara’da ofis açmayı kararlaştırdı. Son üç yıl içinde ticaret hacmimizin yüzde 300 arttığı bu bölge için, Türkiye’nin Avrupa Birliği vizyonu ne kadar önemliyse, Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkaslar’daki ilişkileri de Avrupa için giderek önem kazanan bir gerçek.
Yazının Devamını Oku

AB’den, ’bir kayıp yıl daha’ mesajı

10 Ekim 2008
TÜRKİYE ile ilgili ilerleme raporunun hazırlandığı bu günlerde Brüksel’de bir Avrupa Parlamenteri, "Türkiye tamamen bölünmüş durumda. Parlamenterlerinizden bir grup beni ziyarete geldiler ve önümde birbirlerine girdiler" derken bir AB yetkilisi, "Avrupa Birliği’nden önce siz kendi toplumsal uzlaşmanızı gerçekleştirin" önerisinde bulunuyordu. Rapor öncesi Brüksel’de Parlamento ve komisyondan temsilcilerle görüştüm.

Brüksel’de son aylarda bazı değişikliklerin olduğu hemen fark ediliyor.

Anayasa mahkemesinin AKP aleyhinde dava açtığı günlerde, hükümete arka çıkan çevreler daha mesafeli artık.

Türkiye’nin yakın destekçileri arasında olan bir Avrupalı parlamenter, "Avrupa kamuoyu genişleme diye bir konuyu duymak istemiyor. Türkiye’yi anlatmak ise daha da zor. AKP’yi kapatma davası Türkiye’de siyasi İslam tehlikesinin bulunduğunu gösterdi, arkasından gelen yolsuzluk haberleri de biz, Türkiye dostlarını daha zor durumda bıraktı" diyor.

* * *

TÜRKİYE
’nin ilerleme raporu Kasım ayında açıklanacak, bundan önce 26-27 Ekim’de Avrupa Parlamentosu’ndan bir heyet Türkiye’yi ziyaret edecek.

Brüksel’den Türkiye’ye bakışta üç yaklaşım öne çıkıyor.

Türkiye ve Avrupa Birliği kendi krizlerini yaşıyor. Bu dönemde işlerin ağır aksak ilerlemesi her iki tarafın da işine geldi. Türkiye iki yıldır, siyasi ve anayasal krizlerle boğuşuyor. Avrupa’da ekonomik kriz ağırlaşıyor. Geçen iki yıl kayboldu, bu yıl da durum parlak değil.

Türkiye’de hükümet müzakere sürecini kamuoyuna sadece teknik bir süreç olarak anlatıyor. Sürecin siyasi yönünü geri plana itiyor. Siyasi irade olmadan, müzakere süreci kağıtta kalır. Biz siyasi reformların yapılmasını beklerken işe türbandan başladılar. Bunu ciddi bulmadık. Müzakereler sürüyor ama iklim değişikliği şart.

Erdoğan Avrupa Birliği’ni eleştiriyor. Ama o da ev ödevini yapmıyor. AKP hükümetiyle iyi ilişkilerimiz var, onunla çalışmak daha kolay, çünkü muhalefet Avrupa’ya karşı çıkıyor. Ama bu, bizim Türkiye’nin laik devlet karakterinin korunması konusunda ısrarcı olmadığımız anlamına gelmez. Ayrıca, Türkiye’de basın özgürlüğü sorunlu, demokratik süreçteki geri adımları da not alıyoruz. Bunlar Kopenhag kriterlerinin öncelikleridir.

* * *

CHP
’nin Brüksel’de açtığı temsilcilik ve CHP milletvekillerinin Avrupa Parlamentosunu ziyaretleri her konuşmada gündeme geldi. Hatta CHP milletvekillerinin "Biz AKP’den de fazla Avrupa Birliği sürecinin ilerlemesini istiyoruz" dedikleri de söylendi.

DTP, PKK ile arasına kesin bir çizgi çekemediği için Brüksel’de zemin kaybetmiş. Bu, Kürt meselesi konusundaki ilgiyi de azaltmış. AKP’nin kapatılmasına gösterilen tepkiden de eser yok.

Silahlar patlarken, şiddet tırmanırken kültürel haklardan söz etmenin çok zorlaştığını söyleyen bir yetkiliyi dinlerken, bir hafta önce Avrupa Konseyi’nde DTP’nin kapatılmasına karşı bir karar yayınlanması için yapılan girişimlerin, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkanı’nın gündemlere bile girmeyen bir açıklamasıyla geçiştirildiğini anımsadım.

* * *

SONUÇ
olarak, Avrupa Birliği’nin siyasi krizine şimdi küresel kriz de ekleniyor. Kulislerde Türkiye lehine kararlar alınması için gayret sarf eden Türkiye dostları ise bizde dışarıya yansıyan görüntünün hiç de kendilerine yardımcı olmadığını açıkça söylüyorlar. Herkes birbirinin krizine sığınıyor. Hiçbir şey yapmamanın satılabilir gerekçesi, alan olursa tabii.
Yazının Devamını Oku

Sorulmayan hesap kırılmaya yol açıyor

6 Ekim 2008
YİNE aynı karakol, yine Bayraktepe, yine aynı saldırı, aynı sonuç ve aynı açıklamalar.<br><br>Bir şeyi bin defa tekrarlarsanız anlamı kalmaz. İfadesizleşmeye başlar. İstediğiniz kadar sert söyleyin, yüksek sesle, kararlı bir şekilde, eğer durumu değiştirecek bir şey yoksa içinde nafile.

Ne sakıncası var demeden önce, toplum içindeki ayrımcı duyguların neden kaynamaya başladığını anlamaya çalışın.

Yöneticilere güvenini kaybedenlerin arayışının tehlikesini fark edin.

Yöneticilerden hesap sorma anlayışının gelişmediği, demokrasi kültürünün yerleşmediği yerlerde insanların birbilerinden hesap sormaya başlamaları bir ilk değil.

Sonuçlarının yol açtığı felaketler de sır değil.

* * *

SINIR
ötesi operasyon, Irak ile işbirliği, ABD ile teröre karşı istihbarat alışverişi. Hani her şey değişecekti?

Ne kadar başarılı girişimler olursa olsun, bir büyük acı hepsini silmeye yetiyor toplumun vicdanında. On tanesinde başarı sağlandı, biri de başarısız olsun diyemiyor insan hayatına kor düştüğünde.

Yapılması gerekenlerin yerine getiriliyor olması, güvende hissettirmeye yetmiyor.

Bu durumu sona erdirecek ciddi, köklü siyasi bir proje üzerinde çalışılıyor mu?

Hatalar masaya serilip, nasıl düzeltileceği üzerinde derin bir biçimde düşünülüyor mu?

Yanlış nerede diye hem siyasi hem askeri açıdan şeffaf bir anlayışla yaklaşılıyor mu?

Böyle ciddi bir kararın konuşulup konuşulmadığını hissedebiliyor insan.

Hissetmediğinde bütün açıklamalar, vaatler, meydan okumalar boş geliyor.

* * *

BU
savaş Türkiye’nin en önemli sorunu bugün. AKP Hükümeti, iç ve dış boyutlarıyla bu sorun ile uğraşma sözü verdi.

Hükümet ne yazık ki içeride bu mesele yerine gündeminin ilk sırasına yerel seçimleri oturttu.

(Belki de çözüm paketini güneydoğuda yerel yönetimlerden başlatmayı düşünüyor bazı çevreler).

Ama bu kalıcı bir çözümün ekseni olamaz.

Ne yazık ki DTP’lilerin Meclis’te bulunmaları da pek bir şeyi değiştirmedi. İnsanların birbirlerini dinlemeye niyeti olmadıktan, birbirlerini anlamaya çalıştıklarına güvenleri kalmadıktan sonra temsilcilerin bir arada bulunmasının da faydası yok.

Şimdi her saldırıdan sonra, her şehit namazının ardından yaptıkları "üzgünüz" açıklamaları da, diğer bütün açıklamalar gibi anlamsızlaştı. Beş kuruşluk etkileri kalmadı.

Böyle bir olaydan sonra herkes kimin ne söyleyeceğini biliyor artık.

Açıklamalara alıştık. Acıya, yoksunlaştırılmaya alışamıyor insan.

Kırılma da burada başlıyor.

* * *

HÜKÜMET
bu sorunun dış boyutu konusunda daha cesur davrandı. Talabani ile ilişkiler düzeldi, Barzani Yönetimi’ne açılımlar yapıldı. Cumhurbaşkanı Gül, New York’ta görüştüğü Irak Devlet Başkanı Talabani’ye Bağdat’ı ziyaret sözü verdi.

Bunlar olumlu adımlardı, ama içeride geç kalındıkça dışarıdaki açılımlar da gölgelendi.

Türkiye’nin enerjisini çok kötü biçimde emen bu savaş, iç ve dış unsurlarıyla birlikte değerlendirilmedikçe köklü bir vizyon oluşturmak mümkün değil.

Vizyonu oluşturmak da yeterli değil, önemli olan onu halka anlatacak siyasi sorumluluğu üstlenmeye hazır olmak. Sadece iktidar için değil, aynı şey bu ülkede ben siyaset yapıyorum diyen herkes için geçerli.

Bu, hiçbir siyasi rekabete, çekişmeye, didişmeye gelmeyecek kadar can alıcı bir konu. Bu topraklar üzerinde yaşayanların, hepimizin ölüm kalım meselesi.
Yazının Devamını Oku