Paylaş
1- Parelel yapıyla mücadele.
2- Müzakere süreci.
3- Yeni anayasa...
Bu hedefler aynı zamanda Davutoğlu’nun seçilme kriterlerinin de bir bölümünü oluşturuyor.
Diğeri ise ‘üç dönem şartı’.
Ve bir başka kriter de “güven”dir.
Birkaç kez Davutoğlu’yla geziye katılmış bir gazeteci olarak şunu biliyorum.
O kritik gezideki en önemli detayları tam bir güven içinde saniye saniye Erdoğan’la paylaşmıştı...
Mesela İsviçre’de imzalanan Ermeni açılım belgesi için uçağı Şam’da bekletip, Başbakan Erdoğan’a metin üzerindeki rötuşları paylaşmıştı. Evet, uluslararası olaylarda yaşanan milli kararlar çok önemli bir “güven” ilişkisi yaratıyor.
Sabaha karşı uykusuzluklar. Yorgunluklar...
Gazze kararları. Filistin...
Oslo... Ermeni açılımı.
Bütün bu zor konularda ve zor şartlarda oluşuyor güven ilişkisi...
Nitekim Erdoğan’dan sonra kürsüye gelen Davutoğlu da, “Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde” diyerek bu güven ilişkisinin altını çizdi...
Belli ki yeni dönemde, Erdoğan’ın önderliğinde bu güven ilişkisine dayalı yeni bir yönetim modeli hâkim olacak. Anayasa değişikliği hazırlığı bu yeni yönetim modelini yarı başkanlık sistemine taşıyacak gibi görünüyor.
Hayırlı olsun!
Tüylerimi diken diken eden o sözler
JAMES’in vahşice katledilişini gördüm ya...
Ve çok daha acısı, kaçırılmadan önce BBC’ye bizim mesleği anlatan şu sözlerini okudum ya:
“İnanılmaz bir vahşetin içindeki insanların hikâyelerini buluyoruz. Benim için bu işin en ilham verici yönü bu...”
James’in bu sözlerini kendi sesinden dinledim ya...
Zaman tünelinden kopup gelen bir şarapnel gibi saplandı anılar...
20 yıl önceydi...
Bağdat’tan kaçış başlamıştı.
El Reşit Oteli’nin pencerelerine yaklaşmak yasaktı.
Ve gazeteciler, her an yağacak roket yağmuruna rağmen oradan haber geçiyordu...
Bazı gazeteciler kaçırılıyordu. Halk korku içindeydi. Her gece bir kâbustu.
O zaman Ertuğrul Özkök genel yayın müdürü, ben de Ankara temsilcisi... Enis haber müdürü..
Bağdat’ta sirenler çalıyor, CNN 24 saat yayın yapıyor. Bizim de içimiz içimize sığmıyordu.
O anları aktarma heyecanı gazetecilik damarlarımızı tutuşturuyordu.
Ve Enis, “Yahu arkadaş, bu heyecanı hissetmek istiyorum” diyerek Bağdat’a gitmek istedi.
Düşündük, korktuk ama, “Tamam” dedik...
Dedik ama, “İçimiz içimizi yiyordu”...
Enis’le birlikte Eyüp Coşkun da oradaydı. Eyüp Coşkun savaşla büyümüş, çatışmayla yoğrulmuş bir gazetecidir.
Enis fırsat buldukça haber geçiyor. Bazen bana anlatıyor, ben yazıyordum...
Ama her saniye korkuyordu.
Resmi kanallardan sürekli yayın yapılıyordu:
“Bağdat’ı terk edin...”
Ya Enis’e bir şey olursa...
Her çalan telefon bir korkuydu. Asistan Meva odamın kapısı biraz hızla çalsa, “Eyvah... Kötü haber...” diye kalkıyordum.
Özkök sürekli Enis’i soruyordu...
Daha fazla dayanamadık.
Bombalar düşerken Enis Ürdün’e geçebilmişti.
İşte böyle arkadaş bizim meslek...
Gerçi şu aralar, TV karşısında...
Demeç trafikleri arasında yorum yapmakla geçiyor ama...
Mesleğin asıl kahrını çeken muhabirlerin gece-gündüz döktükleri ter hâlâ geçerli...
Toplumsal olaylarda yedikleri biber gazı.
O kameraman arkadaşın yerde tekmelenirken hâlâ çekim yaptığı anı unutamam.
İşte böyle sevgili okur...
Bir vahşi tarafından boğazı kesilen meslektaşım James’in o sözlerini dinleyince dayanamadım. 20 yıl öncesinden bir anı, bir şarapnel parçası gibi gelip düştü önüme...
James’in anısına bütün basın şehitlerine ve hâlâ muazzam güçlüklere, zorluklara, iki ateş arasında kalıp görev yapmaya çalışan muhabir arkadaşlarıma selam olsun...
James kaçırılmadan önce BBC’ye demişti ya:
“Benim için bu işin en ilham verici yönü bu...”
O ilham kaynağı bizde hiç eksilmesin...
Paylaş