Paylaş
Yunanistan sınırında, Yunan polisinin attığı biber gazıyla boğulma krizleri geçiren mülteciler.
Ses bombaları altında çığlık çığlığa ağlayan çocuklar... Hamile kadınlar... Yaşlılar... Gençler...
Fotoğraflara bakarken bir refleks olarak şu soru yükseliyor zihnimde:
- Türkiye yıllar önce, ilk göç dalgasına karşı sınırları kapatıp Yunan polisinin, askerinin yaptığını yapsaydı. Acaba ne olurdu?
Ben söyleyeyim...
Avrupa liderleri Türkiye aleyhine peş peşe açıklamalar yapıyordu.
Ne faşistliğimiz kalmıştı, ne insanlığımız.
Avrupa Birliği, insan hakları heyetleri peş peşe raporlar yayınlıyordu.
Yeşiller Partisi ayaklanmıştı.
Avrupa liderleri acil toplantı kararı almıştı.
Bizim Dışişleri hangisine cevap vereceğini şaşırmıştı.
ABD Kongresinde Türkiye’ye yaptırım teklifi yapılmıştı.
Aklınıza gelecek her türlü sivil toplum örgütünden kınama yemiştik.
“Türkiye yargılanmalı” manşetleri patlamıştı.
Malum CNN, görüntüleri her dakika döndüre döndüre veriyor, uzmanlara “Faşist Türkiye” dedirtiyordu.
İnanın ne eksik ne fazla aynen böyle oluyordu.
Arkadaşlar işte yıllardır karşı karşıya kaldığımız çifte standardın fotoğrafı budur.
Türkiye yıllarca 4 milyon Suriyeliyi misafir etti. Birinin burnu kanamadı.
Şimdi şu hale bakın.
BURAYA MI DÖNECEKLER
Dünyanın görmezden geldiği bu “mülteci dramı”nın bir de Suriye cephesi var.
Bu fotoğraflar da işte onu anlatıyor. Aslında fotoğraftaki soruyu sormadan önce bir gerçeğin altını çizmeliyim.
Bana göre artık bu insanlar “mülteci” falan değildir. İnsanlık tarihindeki “sürgün ve işkenceye uğrayan halklar” kategorisindedirler.
İşte o nedenle bu fotoğraftaki soru daha keskin bir hale geliyor:
Bakın bu fotoğraflara ve sorun:
“Evlerine dönmek isteseler, buraya mı gelecekler?”
“Kim gelir buralara?”
Yakılmış yıkılmış, harabeye
dönmüş evler. Yol yok, su yok, ısınacak bir şey yok. Yiyecek bulamazsın.
Çünkü şehir yok..
İşte bu insanlar, fotoğraftaki bu “ölü sokaklar”la, insanlığın acımasızlığı arasına sıkışıp kalmışlardır.
Başından beri Türkiye’nin bir önerisi vardı.
Bütün dünyaya çağrıda bulundu:
“Gelin Suriye ile Türkiye arasında bir güvenli bölge oluşturalım. Biz Türkiye olarak o güvenli bölgede evler inşa ederiz. Hastaneler, okullar yaparız. Esad’ın bombalarıyla yerinden yurdundan edilmiş bu insanlara orada sıcak bir yuva sağlayabiliriz.”
Bu öneriyi kimse dinlemedi.
Para yardımı sözleri verildi. Onlar da olmadı.
Şimdi bu insanlar kapılarına dayanınca. İnsanlığın en acıklı yüzüyle karşılaşınca, “biber gazı ve duvar” diyorlar..
BİR İNSAN KENDİ HALKINA BUNU NASIL YAPABİLİR?
Tabii bu fotoğraflarla ilgili bir soru daha var. Halkı, bir başka ülkenin sınırında biber gazıyla boğulurken...
Çoluk çocuk kış kıyamette ölümle boğuşurken...
O halkın, o ülkenin lideri olduğunu düşünen bir kişi nasıl olur da bu görüntüler karşısında kahrolmaz...
Esad için soruyorum bunu...
Ama şimdi diyeceksiniz ki, “Adam zaten kendi halkının üzerine bomba yağdırıyor. Bunu mu düşünecek”...
Haklısınız...
Ama ben yine de soruyorum...
Dünya böyle bir insanı hâlâ nasıl “bir ülkenin meşru yöneticisi kabul edebilir”?
Esad’ın tayin ettiği elçiyi BM’de nasıl görevli olarak kabul edebilir?
Yıllar sonra, öğretmenler tarih derslerinde bugünleri anlatırken, bizim şimdi “ortaçağ karanlığı”nı anlattığımız gibi anlatacaklar.
Köleliği anlattığımız gibi anlatacaklar.
Ne yazık bu gerçekler okullarda “tarih dersi” olarak anlatılıyor.
Ama insanlık bir türlü o dersi almıyor.
Evet...
Civan gibi evlatlarımızın kaybettik.
Her cenazede gözyaşlarımız hıçkırıklarımıza düğümleniyor...
Bir kez daha milletimizin başı sağ olsun...
Paylaş